USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000

ÇOBAN BAKRACI

06-01-2025

Hayvancılığı aslî işlerinden birisi olarak gören Türklerde, bir zamanlar zenginlik ölçüsü sürünün sayısı ile belirleniyordu. Geniş otlaklarda davarlar, sığırlar, develer, atlar sürüler halinde yayılıyorlardı. Hakanların hatunların, onların kızlarının oğullarının ayrı ayrı sürüleri olur, cinslerine göre ayrı ayrı güttürürlerdi. Ak koyun sürüsü, kara koyun sürüsü, sağmal koyun, öğeç (erkek)koyun, keçi, kuzu vs.
400-500 hayvanı olan aileler fakir, 500-600 hayvanı olanlar orta halli, 2000-3000 hayvanı olanlar da zengin sayılırlardı. 100 binin üzerinde koyunu, 10 binin üzerinde atı, 5 binin üzerinde devesi olanlara da nadir de olsa rastlanabiliyordu. Dolayısıyla bu rakamların çokluğu, keçesinden çorabına, kırkımından kilimine, çobanından köpeğine zengin folklorik çeşitliliğe sebep oluyordu.*(10)
Eski Türklerdeki hayvancılık merakı sadece onları beslemekle kalmıyor, av merakını da beraberinde getiriyordu. Pamir yaylalarında envai tür av hayvanına rastlanıyor, buralarda avlanan hanlardan Tutuk Han’ın bir av esnasında tuzu keşfettiği de eski kaynaklarda söyleniyordu. İddaya göre avlayıp pişirdiği geyik etini yere düşüren Tutuk Han, yerden aldığı etin lezzetinin daha güzel olduğunu farketmesiyle tuzun bulunduğu söyleniyordu. *(11) 
En vurmak
Mal sahiplerince davara en vurmak ya da nişan vurmak denilen işlemle tanıtıcı işaret yapılır. Kesici bir âletle daha kuzuyken kulağa kesik atılır. Üstten atılana düz kesik/tepeden alık, yandan olana yan kesik adı verilir. Bazısı çift kesik yapar. Kimisi de kulağı büküp ortasından kesip delik açarak bu işareti sağlar.   
Sürüdeki işaretler sayesinde çobanlar ve hayvan sahipleri kendi mallarını kolaylıkla bulurlar. Mesela mal sahibinin birisi, bütün hayvanlarının kulağını üstten keserek işaretlemiştir, diğeri ise ortasından delerek… Kendi davarını ararken diğerininkini bu işaretten anlayan koyun sahibine bu gibi işaretler büyük kolaylık sağlar, zaman kaybı olmaz. Delik açmak, kesik atmak, körpeliği geçmiş kuzu iken yapılır. Kaynak kişilerimizden Songül Durak bu konuda şöyle söylemektedir: “Babam kuzularımızın kulağını büküp ortasından keserek işaret yapardı; anam kuzuların bu işaretlerini toplayıp sayar, sürüde kaç tane kuzumuzun büyüdüğünün hesabını yapardı. Bu minik kesikleri atmayı iyi saymaz, toprağa gömerdi” (24-Ağustos-2009 tarihli derleme)
Kulağı kendiliğinden arızalı olana Kangal, Gürün yöresinde kurük denilir ki bu özellik Karadeniz’de de küre adıyla bilinir.
Uzaktan bakıldığında iri dutlar gibi otlaklara yayılmış yüzlerce koyunu, keçiyi, kuzuyu, oğlağı tanıyan, mal sahiplerine teslim ederken de zorluk çekmeyen çobanlar, hayvanların kimisini kendi doğal özelliğinden bilir, kimisini de üzerine mal sahiplerince vurulan boyalardan… Tüylerinin üzerindeki koyu renkli benekler, kulak, kuyruk ve boynuz biçimleri ile birbirinden ayırt edilen hayvanlara, aşı adı verilen topraktan elde edilmiş boyalarla harf ya da işaret yapılır. Karadeniz tarafında yoşa da denilen bu boyalar yağmurda yaşta da çıkmaz. (Aşı, aşu kırmızı anlamına gelir. Anadolu’nun kimi yerlerinde toprak halde bulunan bu boya ile evler badana da edilir.) Kimyasal boyaların çıkmasıyla işaret vurmalar daha kolaylaşmış, renk çeşitliliği, harfler ile hayvanlar daha rahat seçilir olmuştur.        
Sığır ya da davar gütmenin kendi aralarında incelikleri vardır. Sığırlar daha mülayim hayvanlar olarak bilinirken, davarlar biraz daha itina isteyen hayvan olmanın verdiği mecburiyetle otlatılırlar. Küme halinde giden, birinin yaptığını diğeri de taklit eden bir yapıya sahip olduklarından, çobanlar bu hususa çok dikkat ederler. Meselâ, eğer bir koyun yar başından kendini aşağıya atmışsa, diğerleri de düşünmeden onu takip edebilirler. 
İşte bu yüzden sürünün güdücüsü son derece dikkatli olacak, davarın en cevval, en lider ruhlu olan “başçeken” denilen hayvanını kendine alıştırma yolunu arayacak, onu süsleyip püsleyerek, tuz, üzüm, şeker gibi ağzını tatlandıracak şeylerle kandırarak kendine bağlamayı bilecektir. Islık çalıp, sevgi sözleri söyleyip, hayvana özel sesler çıkararak başçekeni idaresi altına alan çoban, diğer hayvanların idaresini de bu tür bir kolaylıkla sağlamış olur. Hamançasında her daim tuz ve arpa bulunduran çoban, bu metodu her zaman uygular ve eve dönerken, suya inerken bu tavlama şekliyle en iyi davarı ardına takar, diğerleri de onu takip ettiğinden sürüyü rahatlıkla idare eder. 
Islık çalmayı küçümsememek lazımdır. Çünkü, çoban köpeğini yönlendirmek için çalınanı ayrı, eşeği yönlendirmek için çalınanı ayrı, davarı yönlendirmek için çalınanı da daha ayrıdır. Islıkların kimisinde endişe vardır, kimisinde ikaz. Kimisinde ise, yani kendine özel çaldıklarında ise belki bir sevda türküsü, belki de eski bir hatıra... 
Çoban istirahat saatinde uyuyunca, sürüyü köpekler kollar. Gene de sürünün baş hayvanının boynuna geçirdiği ipi koluna dolayarak, sahça uyur ve dikkatini oraya yoğunlaştırır. Koyun eğer sürünün başını çekerek otlamaya, hatta kaçmaya niyetlenecek olursa, -ki diğerleri de onu takip edecektir şüphesiz- çoban uyanıp icap edeni yapar, sürüyü toplayıp bir araya getirir.    
Davar çobanlığı büyükbaşa göre daha fazla itina ister. Günlük, aynı periyotla otlatılan hayvanlar eğer fırtına patlamak üzereyse erken de getirilebilirler. Değilse ikindi vakti, kuzu çobanı, davar çobanı olmak suretiyle iki ayrı çoban eşliğinde yaylıma çıkarılarak, geceyi dağda geçirip, ertesi sabah güneş tepeye çıkmadan geri getirilirler. İşte bu sırada, ayrı yerlerde otlamış olan iki sürü birbirine karıştırılır. Kuzular analarını emerler, koyunlar sağılırlar; çevirme, çalma, yazma ya da havşa denilen yerde yatıp dinlenirler. (Kimi köylerde bu dinlenme işi tarlalarda da yapılmaktadır. Ekinlerin biçildikten sonraki dönemlerinde yapılan dinlenmelerde sıra hakkı gözetilir, her gün ayrı tarlaya davar sürülerek, herkesin davar gübresinden yararlanması sağlanır. Divriği yöresinde nadasa bırakılmış, ya da biçilmiş tarlaların sahipleri, sürü sahibine para verip bir geceliğine sürüyü kendi tarlalarında yatırma yoluna da giderler.) 
Dinlenmiş davarın yaylıma gitme vakti yaklaşınca kürun(kurna) veya yalaklarda sulanır, tuztaşında tuzlanır, kuzu/oğlak ile koyun/keçi yani annesiyle yavrusu birbirlerinden ayrılarak yaylıma hazır edilirler. Bu ayrımın sebebi, yavruların analarını zamanlı zamansız emmemeleri içindir. 
Körpe çobanı adıyla bilinen oğlak/kuzu çobanları ayrı olur. Tabii ki kuzu ağılları da... Ayrı olamayan durumlarda ise ağılın bir köşesi çitle ayrılır, kuzular orada dinlenip yatarlar. Bu kısma körpelik adı verilir.   
Elbette ki yayla çobanları da ayrıdır. Kimi yerlerde yoz çobanı da denilen güdücünün, karısı ve çocuklarıyla dağda, yayladaki bu görevi mayıs ile kasım ayı arasındadır. Divriği’de yaylaya mal katma diye bilinen bu süreçte, mal sahipleri ara sıra gidip hal hatır sorarlar, çay, şeker, tuz, ekmek, sigara gibi öteberi götürür, tanıdıklarına da kendi hayvanları hakkında haber getirirler. Döl alıp doğuracak olanları takip eden çoban, doğumun zamanını malsahiplerine bildirmek zorundadır.   
Divriği merkezde, hargeleye giden ineklerin ayakları, yaylım yerlerinin yolları taşlık olduğu için, usta nalbantlara nallatılır; yaylaya katılanlar için o sene lüzum etmez. Kısır ineklerin, düğelerin, danaların katıldığı yayla malında, harman zamanı olunca güçlü hayvanlar döğen sürmek için getirilir, harman bitiminde geri götürülürler. Ki ekseriyetle Arhusu ve Dumluca’dır buralar. Her köyün kendi yaylası vardır zaten.
Güz gelince mal sahipleri kendi hayvanlarını birer ikişer getirmeye başlarlar, kalanını da kar düşmeden çoban getirip evine teslim eder. Para çobana iki taksitte verilir. Birincisi hayvanı teslim ederken, ikincisi de teslim alırken. Helalleşip karşılıklı vedalaşan çobanlara, seneye yeni hayvanlar teslim edilecektir.
Mersin bölgesi Yörükleri, eskiden (21 Mart) Nevruz Günü’nde koyunlarını yaylaya çıkarırlardı. Hıdrellezde (6 Mayıs) ise kendileri yaylaya çıkarlardı. Nevruz günü, çocuklar dağlara gider ve "nevruz çiçeği" toplarlardı. Bu çiçekler evlerde belli yerlere konurdu. Erkekler dağda ateş yakar eğlenirlerdi. Nevruzda ilk defa koyunlar yaylaya çıktığı için çobanlara hediyeler verilirdi.
Yaylaya çıkışlar ve dönüşler yurt genelinde iklime bağlı olarak değişebilmektedir. Mesela Yörüklerde Ağustos ve Eylül ayları keçilerin yayladan iniş zamanıdır. Koyun çobanı kışlığını hazırlar, erzakını alır, alaçıkta 1-2 ay daha yaylada kalır. Koyun çobanının yayladan iniş zamanı mor renkli varget çiçeğinin açılma zamanıdır. “Artık git/ var git” manasını taşıyan bu çiçekle dönüş gününün mesajını alır.  
Kimi yörelerde pernek olarak adlandırılan biçimde, tozu dumana katarak giden sürünün günlük olarak gidişi eğlenceli bir vaziyet alır. İri, besili, verimli hayvanların, koçların kısır koyunların boynuna boncuk, kelek(zil), çıngırak takılır. (Şarkışla’nın, Kars muhaciri köylerinde köyün sürüsünün ayrıldığı kafilelere pernek denilir. Köydeki ağa tabir edilen varlıklı kişiler çoban tutar, maddi durumu zayıf olanlar da az sayıdaki hayvanını ağanınkine katar. Köyün hayvanı bu şekilde pernek pernek, bir kaç sürü haline gelir.)    
 Havalar iyice kızana kadar, ikindide gidip, ertesi sabah kuşlukta gelme düzeninde giden çobanlık, aşırı sıcaklarda, köye dönmeden, bir iki ayı dağda geçirmek suretiyle devam eder. 
İşte bu zaman zarfında köyün kadınları bir araya gelerek köye fazla uzak mesafede olmayan dağa koyunları sağmaya giderler. Giderken çobanın köpeğine top götürmek de kadınların işleri arasındadır. (Dağda yal yapılamadığı için yuvarlak şekilde hazırlanıp oraya götürülen hamura top denilir) 
Berci adı verilen sağımla vazifeli bu kadınlara -ki kimi yörelerde berivan da denilmektedir- zaten köydeki sağımlar esnasında çobanlar yardımcı olurlar çoğu zaman. Kuzuları emzirmede, sağılacak koyunu keçiyi sırayla getirip götürmede, eğer zapta gelmez delişmen davarlar varsa başlarını tutmakta, yoğurtluk peynirlik sütü kazana boşaltmakta yoldaş olup, işlere omuz verirler. (Kangal yöresinde sağım işini yapan kadına sağan, Sivas merkeze bağlı köylerde çiftliklerde ise sağancı denmektedir)
DEVAMI YARIN

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?