Hayat, insanı geçimini temin etmek için mücadeleye mecbur bırakmaktadır. Her ne kadar rızkı veren Allah ise de onu elde etmek için çalışıp çabalamak insanın en önemli görevlerindendir.
Tüm dinler, tembelliği hoş görmemiş, insanların çalışarak helâl yoldan geçimlerini temin etmelerini ibadet olarak kabul etmiştir.
İslâm dini ise dünya ve ahiret dengesinin iyi bir şekilde kurulmasını istemekte ve sadece dünyanın ya da sadece ahiretin düşünülmemesini; her ikisine de gereken önemin verilmesi gerektiğini belirtmekte ve her iki dünya için insanın çalışmasını istemekte ve çalışma konusunda da çalışana ve işverene dikkat etmeleri gereken yolları göstermektedir.
Hz. Peygamber de müslümanların manen olduğu gibi maddi yönden de güçlü olmalarını ve ilerlemelerini istemekte; tembelliği ve uyuşukluğu ise asla kabul etmemektedir.
İslâm dininde âhiret hayatını kazanma adına da olsa toplumdan, insanlardan uzak, yalnız başına sadece dinî bir hayat yaşamak, dünyayı ve çalışmayı terk etmek, kısacası ruhbanlık bulunmamaktadır.
İnsan, bir taraftan dünyasını kazanmak, diğer taraftan da âhireti için hazırlık yapmak zorundadır. İslâm'a göre emek, helâl kazanç ve alın teri berekettir, kutsaldır. Bundan dolayıdır ki müslümanım diyen bireyler, din, dünya ayırımı yapmaksızın her iki dünya mutluluğu için de durmadan, yorulmadan çalışmak mecburiyetindedir.
Hz. Peygamber'e hizmetiyle tanınan ve en çok hadis rivayet eden sahâbîlerden biri olan Enes Bin Mâlik'in anlattığına göre, Medineli bir sahâbî birkaç kez Hz. Peygamber'e gelerek ihtiyacını dile getirmiş ve her defasında o cömert Peygamber'den karşılıksız ikrâmlar alarak evine dönmüş. Bir gün yine bir şey istemeye geldiğinde Allah'ın Elçisi (s.a.v), “Evinde hiçbir şeyin yok mu?” diye sordu. Sahâbî, “Hayır, evimde sadece bir örtü var. Bunun bir kısmını elbise olarak kullanıyor, diğer kısmını da evde altımıza seriyoruz. Bir de su içtiğimiz bir bardak var.” diye dert yandı. Bunun üzerine Sevgili Resûl, “Onları bana getir.” diyerek onu evine gönderdi.
Sahâbî hemen evine gitti ve bahsettiği eşyaları getirdi. Resûlullah (s.a.v) onun getirdiği eşyaları eline alarak orada bulunanlara, “Kim bunları satın almak ister?” diye sordu. Topluluk içinden birisi, “Ben onları bir dirhem karşılığında alırım.” diyerek öne çıktı.
Allah Resûlü (sav) iki veya üç defa, “Kim bir dirhemden fazla verir?” diye sorunca bir başka sahâbî, “Ben iki dirhem veririm.” diye ortaya atıldı.
Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v), adamın getirdiği eşyaları iki dirhem karşılığında satın almak isteyene verdi. Alışveriş sonucu kazandığı iki dirhemi de adama vererek, “Bu dirhemlerin birisiyle yiyecek satın al ve ailene götür. Diğer dirhem ile de bir keser satın alıp yanıma gel.” dedi.
Sahâbî keseri getirince Allah Resûlü ona bizzat kendi eliyle bir sap taktı ve keseri ona uzatarak, “Git, bununla odun topla ve sat. Seni on beş gün boyunca da görmeyeyim.” diye tembihledi.
Medineli sahâbî, Allah'ın Elçisi'nin bu emri üzerine hemen gitti ve çalışmaya koyuldu. Günlerce odun toplayıp sattı. On beş gün sonra, on dirhem biriktirmiş olarak çıkageldi. Çarşıda kazandığı paranın bir kısmı ile elbise, geri kalanı ile de ailesine yiyecek satın almıştı. On beş gün önce muhtaç bir hâlde yanına gelen ve ailesini geçindirmeyi bilemeyen bu sahâbînin ekmek parasını kazanmayı başardığını gören Resûlullah (s.a.v), ona şu çarpıcı öğüdü verdi: “Bu (şekilde çalışarak başkalarına muhtaç olmadan geçinmen) senin için, kıyamet gününde yüzünde dilencilik lekesi ile gelmenden daha hayırlıdır.”
Hz. Peygamber'in en yakınında bulunma ayrıcalığına erişmiş olan Enes'in ağzından sunulan bu hadise, eşsiz bir hayat dersidir ve bildik anlatışla, “balık vermeyi değil, balık tutmayı öğreten” çarpıcı bir derstir!..
Ancak geçmişten günümüze insanların dini duygularını sömürerek kendilerine daha çok sermaye sağlama peşinde olan kimi sivil dernek veya kuruluşlar çalışmadan insanların dinî, manevî duygularını sömürerek yoksulluk ile savaşmak yerine yoksulların elindeki son lokmalarına dahi göz dikmekte, çalışmadan kazanma yoluna gitmekte, zenginleşmekte, servet üzerine servet katmakta, çalışmadan, üretmeden hayatlarını idame etmektedirler.
Oysa helâlinden kazanmak için alın teri ve göz nuruyla gayretli çalışmak ve helâlinden üretip helâl yolda harcamak bütün Peygamberlerin sünnetidir. Çünkü Peygamberler de çobanlık, terzilik, marangozluk, çiftçilik, ticaret gibi çeşitli meslek ve zanaat ile meşgul olmuşlar, kimseye yük olmadan kendileri ve aileleri için helâl rızık temin etmişlerdir.
İnsanın, ömrünü ve zamanını çok iyi değerlendirmesi gerekir. Dünya hayatı için çalışmadan, ahireti kazanmanın mümkün olmadığını asla unutmamalıdır.
Sadece dünya menfaati için değil iki yüzlülük yapmadan iki dünya mutluluğu için çalışan hâl, hareket ve davranışlarında ihlaslı ve samimi olan insanların varlığının ülkenin gelişmesine ve kalkınmasına da katkı sağlayacağı gerçek olandır ve insanın kendi çabası ve çalışması ile elde ettiği helâl kazancın hem dünyada hem ahirette mükafatı olduğu da unutulmamalıdır.