USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000

ÇOBAN BAKRACI

07-01-2025

Teke Yöresi’nde (Antalya, Isparta, Burdur yöresi) sabahın erken saatlerinde keçilerle oğlaklar birbirinden ayrılır. Keçiler günde bir kez, zaptetmesi zor olduğu için ağılda sağılır. Koyunlar ise açık alanda herhangi bir yerde sağılabilmektedir. Bununla ilgili olarak Yörükler “Bir dağın başında 100 keçiyi sağarsın ama on koyun sağmak için on yere oturursun” derler. (Tijen İnaltong’dan nakil)
Divriği manileri içinde berci ile alakalı şöyle bir dörtlük geçmektedir:
Berciler bere gider
Şalvarı sele gider
Bu güzeller toplaşmış
Acaba nere gider?
Sütü, altını yaktıkları koca kazanlarla kaynamaya alan kadınlar, yanlarında bir de aşırma denen küçük kazan bulundururlar. Süt kabarmaya başlayınca saplı veya saplıtas adı verilen bakırdan mamul tas ile bu küçük kazana süt aşırılır. Sütün hırsı inince aşırmadaki de ocaktakinin üzerine boşaltılarak birlikte kaynaması sağlanır. Aşırma sadece bu işte kullanılır ve asla ocağa oturtulmaz. (Demet Erdinç’in verdiği bilgi)
Halk arasında çobanın parasının son derece helal olduğuna inanılır ve bu kanaatten olsa gerek, kimi yerlerde hacı adayları paralarını çobanınkiyle değiştirip, Hicaz’a öyle giderler. 
Celep, yazlak, koçsak, sağmal, güzlük, toklu, döl, çebiş, emlik, seyis, inenük, erkeç, şişek... gibi hayvan terimlerini iyi bilen dağların efendisi çobanlar, yaylımdan dönüşte, eğer aynı köyde ise kendi evine, değilse kaldığı yerdeki yatağına giderek istirahatta bulunur yahut da yapacağı diğer işleriyle meşgul olur.            
Çobanlık Sivas’ın ilçelerinde, köylerinde birbirinden farklılar göstermektedir. Kimi yerlerde davarı sabahtan alıp akşama getirmek, kimi yerlerde geceyi dışarıda geçirmek suretiyle hayvanların karnını doyurma şeklinde sürer bu iş. Kimi yerde davarlar gece ona-on bire kadar yayılır, kimi yerde bire kadar. Çoğu çoban için de bu ölçü, çoban yıldızının görünme zamanı ile sınırlıdır. 
Eğer gece dışarıda geçiriliyorsa, yatağa vurulmuş olan davarlar çoban tarafından üç civarında yerlerinden kaldırılarak yeniden yaylıma alınırlar. Şafak sökerken yatan, yayılmayan davarın hastalanacağına inanılır. Vaktinde sulanan, zehirli ottan, kırağıdan uzak tutulan, karnı iyi doyurulan davarlar, mal sahibinin yüzünü güldürür. Dolayısıyla da çobanın itibarını artırır. 
İşini layıkıyla yapamayan çoban, sürünün kırılmasına sebep olabilir. “Çevir yatsın, ayım yetsin” denir bu tür çobanlara.       
İlbeyi Türkmenleri arasında da harman kalktıktan sonra günaşa denilen yöntemle, yani bir gün gelip bir gün gelmeme yoluyla bir haftayı geçirme geleneği vardır. Gelmediği günlerde, bir gün davar çobanı, bir gün de kuzu çobanı sürünün sütünü sağar. Güze denk gelen bu dönemin sütünden yapılan kışlık yoğurtlar son derece lezzetli olur.*(12) 
Günaşa’da sütler azaldığı için böyle bir yöntem uygulanır. İki günde bir sağıldığı için, çoban tarafından onca yolu geçirip köye kadar getirilmeyen, yatak yerinde dinlendirilen koyunların ayağına kadınlar giderler. Yanlarına aldıkları erişte, çörek, börek, bal gibi hediyelikleri çobana veren kadınlar, sağıma başlarlar. Helkelere/küleklere doldurulan senenin son sütleri götürülürken dökülmesin diye içine eşek ışkını da denilen boğadikeni konulur. Omuzluklarına helkeleri takıp türküler söyleyerek köyün yolunu tutan renkli kıyafetler giymiş, gelinlerin kızların görüntüleri görülmeye değer bir manzara oluşturur.
“Vakit geçtikçe davar üç günde bir sağılır; en son davarı da çoban kendisi sağıp sütü kendisi alır. İlk güzde koyunlar sütten kesilir.” *(13) 
Çobanların dağda kaldıkları zaman zarfında, çoban nöbeti denilen sırayla yemek götürme işini de berci kadınlar üstlenir. Eğer otlatılan yer köye çok uzaksa, çoban davarı dağdan, etrafı çevrili olan bir yere indirir, kadınlar da oraya gelirler ve sağım orada gerçekleştirilir. Köpüğüyle götürülen helkeler dolusu sütü kimseye göstermek istemeyen kadınlar, kimi zaman kaplarına nazar boncuğu takarlar.
Sağım, emme, yaylıma çıkarma... kırkım, yün yıkama, yün tarama... kilim, cicim, heybe örme... yayık yayma, küplere/küleklere yağ basma, tepelerine buğu oturmuş dağlarla söyleşme... 
İlle de gönül rahatlığıyla, ille de gönül rahatlığıyla. Buram buram acı kokan bir seferberlik türküsünde şöyle der Erzurumlu gelin Ayşelerin birisi. Yahut da Asiyelerin, Zehraların, Lütfiyelerin...
“Koyun gelir kuzusunun adı yok,
Sıralanmış küleklerin sütü yok,
Ağamsız da bu yerlerin tadı yok,
Tez gel ağam tez gel, dayanamirem
Uyku gaflet basmış, uyanamirem,
Ağam öldüğüne inanamirem...” *(14)
Kimi zaman ana ölür kimi zaman da kuzu... İşte o zaman emzirme, süt sağma işleri zora girer. Süt sağan kadınlar/çobanlar bu gibi durumlarda davardan sütü alabilmek için ölmüş kuzunun postunu ot vs. ile doldurur, ananın yakınına koyarak sütü sağarlar. Bazen de postu, başka bir kuzunun sırtına bağlayarak anadan süt emdirir, sağımı yaparak memelerin tıkanmasını önlerler. Buna ekti oğlak da denir. Ki büyükbaşlarda da zaman zaman bu yöntem tatbik edilir. 
Anadolu’da hab yapma diye bilinen süt ortaklığında, köyün sürüsünden elde edilen süt ile her gün sırayla bir evin kışlık ihtiyacı karşılanmaktadır. Sürüyü himaye eden ağanın emriyle, hab yapma hakkı bir gün de çobana tanınmaktadır. Günün hasılatı olan sütü çobana bırakıp gelen berci kadınlar, hayvanlarını emanet ettikleri kişiye gönül rahatlığıyla yaparlar bu işi. Çoban da yağını peynirini kışa hazır eder. Ülkemiz ve dünya genelinde envai çeşidi olan peynirin, bir çoban tarafından bulunduğu da rivayetler arasındadır.     
Çobanlığın süresi martta/nisanda başlayıp kasımda bitmek suretiyle bahardan güze de olabilir, daha uzun da. Eğer hayvanların karnı iyi doyuyorsa, hayvanlar semiriyorsa, zaman zaman yaptığı kontrollerde çobanı işinin başında görüyorsa, mal sahibi memnun kalır. Yoksa usulüne uygun biçimde yeni çoban bulacağını söyleyerek çobanını değiştirir. Sivas, İlbeyi Türkmenleri arasında şu söz yaygındır: İyi gelin dövülmez, iyi çoban kovulmaz.
Dağda kaldıkları süre zarfında, on onbeş günde bir mal sahiplerinden tuz isterler. Tek kişinin baş edemeyeceği sürülerde, bir iki kişinin daha yardımıyla düzlük yerlerde bulunan sal taşlarını süpürüp temizleyip, tuz dökerek hayvanları sırayla tuzlarlar. Köyün konumuna, otlak yerine olan uzaklığına göre tuzlama işi köye indirilerek de yapılmaktadır. Köye indirildiği zaman hayvan sahipleri kendi davarlarını sayarak eksik olup olmadığına bakarlar. 
Dağda kendiliğinden ölen hayvan olursa, çoban mal sahibine darafa da denen nişane getirmek zorundadır. Bu nişane hayvandan kesilmiş kulak veya kelledir.  
Davarın, bir de fireze kaldırılma zamanları olur. Ekin biçilme zamanında, gece yarısı davarı kaldırıp biçilmiş tarlaya sokarak karnını doyurmaya fireze kaldırma denilir ki son derece dikkat ister. Hızını alamayıp fazla yiyince şişme olmaması için ölçülü olarak ekin diplerini yiyip öyle geri götürülürler. (Şarkışla)
Bu işlem Divriği civarında baharda yapılır. Ekinler başak tutmaya başlamadan, eğer tarla çok sık ekilmiş ise verimin düşük olacağı endişesi duyulur. Başakların daha iyi dolması için davar tarlaya sürülür. Fazla yayılmadan, bir uçtan girip diğer uçtan çıkmak suretiyle bir saati bile bulmayan bir zaman dilimindeki bu yayma, başka bir deyişle ekin seyreltmedir. Maharet isteyen bu tarlaya salım işi ekin bitiminde de tekrarlanır. “Dibini dişini yesin” denilerek bir gün önce biçilmiş olan tarlaya sürüyü sokarak karnının doyurmasına müsaade edilir.
Ayaklarını yere vurmasından, ot yemeyip mel mel etrafa bakmasından, sık sık yer değiştirmesinden, melemesinden, kuyruk civarının ıslanmasından davarın doğumunun geldiğini anlayan çoban, sancı çeken davara yardım ederek doğumu gerçekleştirir. Yavrunun üstüne tuz serpen, annenin ağız sütünden biraz sağıp ikisini birbirine kaynaştıran çoban artık müjde için sahibine haber yollama yoluna gidecektir.(Enver Erdoğan, Eski Çoban)      
 Dağda kuzulayan davarın yavrusunun ıslak tüylerine tuz serpip annesine yavruyu veren çoban, kuruduktan sonra yavruyu heybesine koyup mal sahibine götürür. Kişinin o andaki maddi durumuna göre bahşiş alması, çobanlığın eğlenceli hallerinden biridir. Bu bahşiş, para, mendil, yumurta, çorap olabilir. 
Kuzulama zamanının yaklaştığını anlayan çoban, davarı çok uzağa götürmez. Köye yakın mesafelerde otlatır. Doğum başlayınca ilk doğanı ağaya bizzat götürüp bahşişini alır. Diğerleri doğdukça da pöçükçü, ayakçı, yamak, çöne gibi adlarla anılan yardımcısıyla mal sahiplerine haber gönderir. Mal sahiplerinin variyetine göre gönderdikleri hediyelere dölcek adı verilir. Çoban o gün gelen bütün hediyeleri biriktirir. Akşam davarı köye götürünce pöçükçüsüne verir, çocuklara dağıtır ve bu güzel günü herkesle paylaşmış olur. 
(Pöçükçü, aynı zamanda ileriki dönemler için işin sırrını öğrenmeye çalışan çoban adayıdır da. Küçük sürüleri çobanlar tek başlarına güdebilmekle birlikte, büyük sürülerde ağanın himmetiyle alınan bu gençten insanlar, çobandan önce davranırlar. Köpeği, eşeği, davarı, daha çoban gelmeden dışarı çıkarıp hazır ederler. Çobanın olmadığı, hastalandığı, mühim bir işi olduğu günlerde tek başlarına da idare edebilirler.)(Nezaket Polat’tan derlenme) 
Büyükbaşlardan birinin doğurduğu yavruyu kepeneğine saran, ya da omuzuna alıp iki bacağından tutarak mal sahibine getiren çoban da az değildir.   
Davarların bir de gürneş zamanı olur. Aşırı sıcaklara denk gelen bu zaman diliminde eğer sıcağa kalınmışsa, davarlar birbirlerine sokulup oldukları yerde kalırlar, yürümezler. Sağanlarca toplanma yerine bırakılan koyunların önüne bir iki keçi sürüp, cılga yola doğru yürütmeyi sağlamak çobanın marifetleri arasındadır. Önlerine düşen keçiyi takip eden koyunlar yolu tutup yayılmaya doğru giderler. Aksi halde yürümeleri imkansız gibi bir şeydir. (Songül Durak’tan derlenme)
“Yaz çobanı” ve “Güz çobanı” olmak üzere iki ayrı dönem için ayrı ayrı çoban tutulur. İki çobanlık da altı ay sürer. Ki kimi zaman aynı şahıs iki dönemi de kendisi götürür. Baş çoban ve ayak çobanı denilen iki kişi ile sürdürülen çobanlık mesleğinin, tarihten gelen tecrübeyle türlü incelikleri vardır.   
DEVAMI YARIN

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?