USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000

ÇOBAN BAKRACI

08-01-2025

Hayvan hastalıkları, şifa yerleri   
Eğer büyükbaşsa hayvanın döl aldığını takip ederek mal sahibine söyleyen çoban, onlardan bu tarihi not düşmelerini, dolayısıyla da doğumu tespit etmelerini ister. Hangisinin yavrulayacak olduğunu, hangisinin hasta olduğunu takip eder. Büyük olsun küçük olsun hayvanların çeşitli hastalıkları olur. Gözü kör olup önündeki otu göremeyeni, gözüne ağ geleni, dabak, çiçek, ağrı hastalığına, şapa yakalananını, delireni, kelleşeni, yanıkara tutanı… teker teker söylemek zorundadır. Çünkü bu dikkat sağlanmadığı takdirde hayvanlar hastalığı birbirine bulaştırabilirler. 
Tatsız tuzsuz gezinip otların ucunu tek tek koparan, yüz kısmındaki tüyleri dikenlenmiş keçinin koltuk altına elini sokarak ateşinden hayvanın zarik hastalığına anlayan çoban, durumu mal sahibine o gün haber vermek durumundadır.
Düşme gibi kaza neticesinde ayağı kırılan hayvan için çoban şu uygulamayı yapar: Hayvanın kendi kılı, kabuğuyla dövülmüş yumurta ve ekşi hamuru birlikte yoğurup bir bezin üzerine yayar. Ayağı eşit vaziyete getirerek yani düz olmasını sağlayarak o karışımlı bezle sarar. İki veya dört  değnekle sarıp bağlar. Bir hafta sonra bağları gevşetip duruma bakar, tutmuşsa tamamen çıkarıp hayvanı normal düzenine sokar. 
İlkbaharda yoncaya düşerek ya da deliot yiyerek şişeni, böğründen çuvaldızla delip gazını çıkarıp, kulak ucunu biraz kesip kan akıtarak rahatlatan, hastalanıp ölmek üzere olanı oracıkta kesen çoban, kimi zaman hayvanı kurdun ağzından alır kimi zaman da bir uçurum kenarından kurtarır. (Enver Erdoğan’dan derlenme) 
Dört gözlü sekiz kulaklı olmak icap bu meslekte çantalarında ip, bıçak, şiş, ot zehirlenmelerine karşı tedbir olarak iğne de bulundururlar. Bağlı oldukları yerlerin İl/İlçe Tarım Müdürlüklerine başvurarak edindikleri bu iğneleri hazır bulundurarak hayvanlara zerk ederler. Zehirlenmelere karşı son derece uyanık olmak durumundadırlar. Çünkü Mayıs ayında çıkan zehirli bir otun mevsiminde zehirlenmelere sıkça rastlanır.
Gene büyükbaş hayvanların deri altına yerleşip büyük rahatsızlık veren kurtçukları, iki ağaç ya da taş yardımıyla sıkıp çıkararak rahatlatan -ki kargaların hayvanların sırtına konup bu yerleri delip kurtçukları yedikleri de rastlanılan hallerdendir- sırtlarına yapışan keneyi kaşağılayarak çıkaran, büvelek tuttuğunda hayvanı sakinleştirmeye çalışan yegâne insan çobandır.
Yöreden yöreye adları, iyileştirme yöntemleri değişen hayvan hastalıklarında halkın bilge kişilerine başvurulabilir. Bu hastalıkların tedavi biçimleri hakkında çeşitli kaynaklarda bilgiler yer almaktadır. 
Hayvanı yakından tanıyan bu bilge insanlar, civarda bulunup, çevrenin insanlarınca kutsal bilinen kimi yerlere, hasta olan hayvanına şifa bulmak için de giderler. Bunlara örnek vermek gerekirse, Divriği Delidağ mevkiindeki Uyuz Pınarı’nda, uyuz olmuş keçiler yıkanır. 
Çobandurağı’ndaki Balık Pınarı’na harman sonunda, hayli yorgun olan, çifte koşulmuş öküzler yıkanır. (Seneye de bereketli olsun hayvanlardan birisi kurban edilip köy sakinlerince yenilir) 
Çiçek hastalığına yakalanan koyunlar, Kangal/Alacahan’daki Çoban Baba’nın mezarına getirilirler.
Divriği Karakale Köyü’ndeki Ağcababa türbesine ise sürüdeki toplu ölüm sebebiyle hayvanlar götürülür. Kabrin etrafında hastalıklı koyun ve keçiler üç kere gezdirilir, ayrıca bir de kurban kesilir. Böylelikle toplu ölümlerin olmayacağına, hasta olanların şifa bulacağına inanılır.
Gedikbaşı köyü’ndeki Bey Baba düşeğinde ise, kebe, yani düşük yapan inekler getirilip dolandırılır. Doğumdan sonra da danasıyla getirilip gezdirilir.
Ziniski Köyü’ndeki Süt Pınarı’na, insanlar gibi hayvanlarda da görülebilen göğüs tutulmalarında başvurulur. Sağım yapılmayan, göğsü şişen hayvanların göğsü burada yıkanır, sırtlarına da su atılır.   
Bu gibi ziyaretler yurdun her tarafında bulunur. Hayvanlar ya da insanlar için gidilen bu ziyaretlerde, evde daha önce haşlanıp getirilmiş olan yumurtalar türbe etrafında bir yere gömülür. Bunu bilen çobanlar, günün diğer saatlerinde uğrayıp yumurtaları oradan çıkararak azık çantalarına koyarlar.     
*
Kimi zaman yüzlerce hayvanın içinden birisi dağda kalmış, köye inmemiş olabilir. O gün köyün bilenlerince kurt ağzı bağlama duası okunur. Akşam haber gelince okunan, sabah olunca çözülen bu    dua, kimi yerlerde bir ekmeğe üflenip evin direklerinin birine asılır. Ayrıca mal sahiplerince kurda ithafen şu sözler söylenir: Gözün bulut, ağzın kilit ola. 
Kimi yerlerde de çakı türü ağzı açılıp kapanan bir bıçağa okunur bu dua. (Bir kere İnna enzelnahu, iki kere Veşşemsü, bir kere Kulhüvellahü okunur, bıçağın ağzı kapatılır) Akşam hayvanın kaybolduğu işitilince okunarak ağzı kapatılan bıçak, sabah yeniden çözülür ki kurt da karnını doyurabilsin. Kaybolan hayvan, ertesi sabah çoban tarafından benzeri işlemlerle okunan bu dua sayesinde sağ salim bulunur.  
Yaylada yazlarını geçiren kimi göçerlerde, çadırlarına ekmek asma geleneği vardır. Bu sayede o sene sürünün kurttan korunacağına inanılır. 
Çobanların işleri sadece hayvan otlatmak, doğuma yardım etmekle sınırlı değildir. Kırkım zamanı mal sahiplerine de yardım etmektir. Ayrıca para ödenerek yapılan kırkımlar zahmetli, maharet isteyen bir işlemle yapılır. Dört ayağın bir araya getirilip bağlanmasıyla hazır edilen davarlar, el çabukluğuyla kırkılmak zorundadırlar. Çünkü bu vaziyette eğer uzun süre kalacak olurlarsa, hayvanda şişme alametleri görülmeye başlar. 
 Kırkım günleri ülke genelinde iklim şartlarına göre değişkenlik gösterse de kendi yöremizde ekseriyetle haziran ayında gerçekleştirilir. Sütten kesilmiş kuzular bir gün önce dere, yalak gibi yerlerde yıkanıp temizlenerek kırkıma hazır edilirler. Tüyleri temizlenmiş kuzunun yünü makbul tutulur. Direkt olarak yorgana yastığa kullanılır. Eğer nişanlı gençler varsa onların çeyizine ayrılır.
Koyunların çağıldakları temizlenmekle birlikte, kırkımdan önce yıkanmaları adeti yoktur. Onların yünleri daha sonra, bir dere kenarında yıkanıp paklanmaktadır. Ki kimi romatizmal hastalıklarda kirli yün de makbul tutulup aranmaktadır.
İlbeyi Türkmenleri arasında yunnak geleneği bulunmaktadır. Yıkama işlemine yunnak, yıkama yerine de yunnak yeri adı verilir. Bir gün önceden kadınlar çörek börek hazırlığına girişir. Daha çok çobanlarla kadınların telaşı durumunda olan bu hazırlıkta erkenden kalkılıp yunnak yerine gidilir. Mal sahibi çobana bahşiş hazırlar. 
Hayvan sahibi herkesin hazır olduğu yıkama da önce çoban suya girer. Birisinin ittirmesiyle suya atılan koyunu yakalayan çoban davarı iyice yıkar ve pöçükçüsü ya da malsahibinin çocuklarından birine verdiği hayvanı dere kenarına çıkarttırır. Orada yere yatmadan tüylerinin kuruması sağlanan hayvanlar artık kırkıma hazır olurlar. Elbirliğiyle son koyun da yıkanıp bitince, çoban değneğini ağanın önüne atar, “düşmanıyın ömrü bu kadar olsun ağam” der. Ağa da “eline koluna sağlık, ömrün uzun olsun” deyip, hazırladığı bahşişi çobana verir. Bu ekseriyetle para ya da kuzudur. 
Yunnak gününde yenilir içilir, türküler söylenir. Kadınların ayrı bir ağaç altına çekilip söyledikleri türkülerden birisinin sözleri söyledir:
 Koyun seni yaya yaya getirdim
Getirdim de yatağına yatırdım
Senem sağdı ben yanında oturdum
    Dolanı dolanı gel anam koyun
    Gene cinsimişsin mor ala koyun
Bir kar yağdı incelekten eledi
Kötü tokluları kara beledi
Gürük koyun çaldı çanı meledi
    Dolanı dolanı gel anam koyun
    Gene cinsimişsin mor ala koyun
Mor koyun da şu tepeye yaslandı
Yağmur yağdı keçelerim ıslandı
Kelekler asıldı ziller paslandı
    Dolanı dolanı gel anam koyun
    Gene cinsimişsin mor ala koyun
İki gelin geldi koyun sağmaya
Biri değnek aldı beni döğmeye
Ağalar çağırdı sual sormaya
    Dolanı dolanı gel anam koyun
    Gene cinsimişsin mor ala koyun
Koyun sen derede kuzlamadın mı?
Çoban gelir deyi gözlemedin mi?
Koklayıp kuzunu gizlemedin mi?
    Dolanı dolanı gel anam koyun
    Gene cinsimişsin mor ala koyun
(Nakarat kısmı, Gazibey Köyü’nde “Haylarım haylarım gel anam koyun/Döğüyor çanı da mor ala koyun” şeklinde imiş.) *(15)
Kimi zaman kışı dağda, ağılda geçiren çobanın kapısını diğer insanlar başka şey için de çalabilirler. Donma durumunda! Avcı, asker vs. gibi dışarıda olup da donma tehlikesi geçiren birisine acil lazım olan şeylerden birisi, taze kesilmiş hayvan derisi ile taze gübredir. Taze gübreye gömülen donmuş kişi yavaş yavaş kendine gelmeye başlar. Eli ayağı çözülür. Ya da çarçabuk kesilmiş olan davarın derisine belenerek bu durumdan kurtulma yolları aranır.    
Ün vermez dağların türkücüsü olan hayvan güdücüleriyle, “padişahından çobanına kadar şair olan” milletin padişahı bile kimi zaman içini açıp, yanan bağrının sızısını paylaşabilmektedir. “Çal çoban çal” örneğinde olduğu gibi…
*
Timur’la yaptığı savaş neticesinde Sivas’ı ve oğlunu kaybeden Yıldırım Beyazıt, üzgün bir şekilde şehrin dışına çıkıyor. O sırada bir çobanın dertli dertli kaval çaldığını görüyor. Yıldırım bu sese efkârlanıyor ve ağlayarak şöyle diyor:
-Çal çoban çal!... Sivas gibi şehrin mi yandı? Ertuğrul gibi oğlun mu öldü?
Timur’un askerlerince şehit edilen Şehzade Ertuğrul’un, Şifaiye Medresesi içinde medfun olduğu sanılmaktadır.  
Çobanın kıyafeti
Çoban denilince hepimizin gözünde kepenek, kaval, eşek ve köpek canlanır hep. Bu hayali resmin içinde elinin değneğini (yöreden yöreye dayak, degenek, embel, modul, nodul diye değişkenlik göstermektedir), çorabının çapraz bağlarını da ihmal etmeyiz. 

DEVAMI YARIN

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?