USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000

ÇOBAN BAKRACI

10-01-2025

Gene zambır adıyla bilinen, turna kemiğinden yapılan bir kaval türü vardır ki mucidinin Rumeli çobanları olduğu söylenir. Kazı çalışmalarında, bazı mezarlardan zambır çıktığı da görülmüştür. 
“Ön yüzeyinde yedi, arka yüzeyinde sekiz perde deliği bulunan kavalın sonunda da küçücük delikler bulunmaktadır ki ses akustiğini sağlayan minik deliklere halk arasında cin deliği/şeytan deliği adı verilmektedir”*(24)
Yüksek hava, aman havası, suya indirme havası ve senir havası, zeybek havası, ağır hava, çan havası, telez otlatma havası en fazla bilinen kaval havalarıdır.  (Telez, ağustos ayında çıkan tele benzer bir otun adı olup, davarlar bu otu çok sever, yerken de neşelenip, oynar gibi hareketler yaparlarmış. Senir, yalçın, engebeli dağların arasındaki düzlük mahallere verilen addır. Hollu ise halay havası olup, halayın kavalla çalınan kısmıdır)
Kavalın sesi ile davarını otlatan, köye, yamaca, suya yönlendirerek otlatan çobanın bir tür çalışı vardır ki “davarı suya indirme” adıyla bilinir. Suya indirme havası, “karakoyun havası” olarak da tanınan, hortlatma tekniğiyle çalınan bir kaval ezgisidir ve onunla ilgili bir de efsane anlatılır halk arasında: Çobanın birisi kralın kızına âşık olur ve babasından onu ister. Babası bu cesur hareketli çobana kızın vermeyi kabul eder ama bir de şart koşar. Bir hafta sürüsüne tuz yalatacak, bir haftanın sonunda, kavalının gücüyle onları sulamadan suyun başından geri getirecek, kızı da almayı hak edecektir.
Şartı kabul eden çoban bir haftanın sonunda sürüyü dere kenarına indirir. Sürü, tuzun verdiği hararetle suya doğru hamle yapar. Lâkin çoban verdiği sözü tutmakta kararlıdır. Suya yaklaşıp tam içmeye başlayacak olan hayvanlara tüm maharetini gösterir. Nağmeli nağmeli kavalını üfleyerek subaşına giden sürüyü geri çevirmeyi başarır, bir tek karakoçun dışında… Sürünün elebaşısı konumunda olan karakoç, inatla suya gitmekte direnmektedir. Kralın kızını alamayacağı endişesiyle yüksek perdeden bir tını tutturur ki karakoç da artık su içmekten vazgeçer. Bu hava, üç bölüm halinde çalınır. 1-Koyunu suya indirme, 2-Su içmeden sürüyü geri çevirme, 3-Asi karakoça yalvarma *(25)
Yurdun çeşitli yerlerinde alakoyun, karakoyun, karakoç adlarıyla, benzer biçimlerde anlatılan bu mevzu, “suya götürüp, susuz getirme” deyiminin çıkış noktası olarak da bilinir. Anamas Dağı’na adını veren Anamas efsanesinde çobanın karakoyuna laf geçiremeyince, “isterse ağa anamı assın” dediği, zaman içinde bu sözün Anamas’a dönüştüğü rivayet edilir.*(26) 
Aynı efsane Burdur yöresinde Çömlek Kırdıran Boğazı olarak nam salmıştır. Sarı Mehmet adlı çobanın üçtelli sazına sevdalanan bir yörük kızının, koyun sağarken, dizlerinin arasına sıkıştırdığı çömleği kırdığı için söylenir olmuştur.*(27) 
Benzeri bir efsane de Kızyandı adıyla Sivas, Şarkışla, Cemel yöresinde söylenir. Ağa kızına âşık olan çobanın kızı kaçırmasıyla, ağanın adamlarının onları bir haymada bastırıp, haymayı ateşe vermesiyle ilgili bir efsanedir. Ki Bedir türküsünde mevkiin adı geçer.
*  
İnsana gıda olabilecek hayvanlar içinden en makbul tutulanı olan koyunlarla alakalı bir çok da türkü yer almaktadır. Bunların bir kaçını sıralayacak olursak, Ak koyun meler gelir (Yozgat), Ak koyunun aklığı (Denizli), Kara koçun boynuzu (Afyon), Kara koyun güdersin (Burdur), Kara koyun ak koyun (Sivas), Kara koyun (Eskişehir), Kara kuzum sana çanlar takayım (Kastamonu), Koyun sürdüm (Isparta), Koyuna bak koyuna (Tokat)...    
Çoban köpeği ile eşek, çobanın eli ayağı durumundaki en sadık yardımcılarıdır. Köpekler sürünün büyüklüğüne göre bir tane de olabilir, birkaç tane de. Çeşitli türleri olabilen çoban köpeklerinin en meşhurlarından birisi de son yıllarda dünyaca üne kavuşan Kangal köpekleridir. Asil olarak bilinen, üretimi de yapılan bu türün ne denli hassas olduğu, sahibine nasıl sadık olduğu herkesçe bilinir. Bir ıslıkla, isim çağırmayla ya da benzeri komutlarla ok gibi fırlayan köpekler varken sürüye ne vahşi hayvanlar uğrayabilir, ne de başka bir kötü niyetli.
Aşağıdaki dize, kendinden daha hızlı davranan bir kurda kaptırdığı kuzudan dolayı, çobanın birinin aldığı beddua olsa gerek:      
Çay aşağı kurt izi
Ağzında emlik kuzu
Allah elinden ala
Yeni sevdiği kızı
Velinimet olarak gördüğü mal sahiplerinin karısı ve çocuklarıyla çobanın arası gayet iyi olur, aileden biri gibi görülür. Çobanlık yaptığı aylar boyunca, özellikle de kimsesi yoksa, giyeceği, yiyeceği, yıkanacak çamaşırları gibi ihtiyaçları, onlar tarafından karşılanır. (Kimi yörelerde de sigarası, ayakkabısı mal sahibi tarafından temin edilir, diğer şeylerine karışılmaz.) 
(Çobanı evladı, kardeşi gibi gören kimi ev sahibi kadınlar, kocalarından gizlice çobana, “falanca koyunu kes de getir, ev de et bitti, bir güzelce yiyelim” derlermiş. Hanımından buyruğu alan çoban “tamam hatun, akşama getiriyorum” der gidermiş. Otlama işi bitip de sürü geri gelirken kesilip yüzülmüş hayvanı mal sahibine teslim eden çoban, “taştan düştü, yardan uçtu, kurdun ağzından aldım, pis gitmesin diye kestim” türünden masumane (!) bir cevapla eti teslim edermiş. Evin hanımı durumdan memnun vaziyette, eti alıp içeriye giderken çobanın hakkını unutmaz, iri bir parçayı ona ayırırmış. Ertesi gün öğlende sürüyü dinlenmeye alan çoban bu et ile pınar başında güzel bir yemek hazırlar, çeltek, çona, pöçükçü vs. gibi isimlerle bilinen yardımcısıyla birlikte midelerine ziyafet çekerlermiş. Çoban kavurmanın belki de çıkış noktası budur.) 
Sığır çobanlığında sabah gidiş, akşam dönüş şeklinde süregelen pediyod, davar çobanlığında sıcak dönemlerde gece de dağda kalma şeklinde bir seyirle takip eder. Her ne kadar iklim şartlarını bilseler de, çoban ve hayvanlar zaman zaman yağmura fırtınaya yakalanabilirler. Ağır ağır, sinsi sinsi yağarak insanı sulu sepken bir hale koyan çoban ıslatan türü yağmurdan sonra, dağların yamaçlarından yukarı doğru süzülen çoban ateşleri, başı sisli dağların romantik manzaraları olarak bilinirler. Sair zamanlarda ateşler yakılıp yemekler, sütler, çaylar kaynatıyor olsalar da diğer günler çoban ateşleri yağmurun neminden oluşan duman kadar kendini belli etmezler, edemezler. Zati her sabah şafak sökerken, çobanlar sabahın geldiğini işaret ederek ateşlerini yakmakta, tütününü doruklara doğru savurmaktadırlar.
Çoban Barınağı   
Köye indikleri günler boyunca, büyük sürü sahiplerinin ahırlarında/mal damlarındaki fevkana denilen özel yapılmış yerlerinde yatan çobanlar, mal sahiplerince yaptıkları anlaşma gereğince birkaç ayı burada geçirirler. Yerden yüksek bir yere sırıklarla çakılarak yapılmış olan fevkanalara merdivenle çıkılır; buraya serilen döşekte deliksiz bir uyku çeken çobanlar, kışı burada geçirseler dahi üşümezler. Çünkü hayvanların yaşadığı mekânlar sıcak olur. (Fevkana kelimesinin, üst anlamına gelen Arapça fevk’ten türediğini sanıyorum. Fevkhane, zamanla fevkanaya dönüşmüş olabilir. Fevkanî, üst katı olan)*(28)                
Kangal civarında fevkana, Divriği yöresinde (Sivas merkez köyler ve çiflikler de dahil) ahır sekisi adı verilen çoban dinlenme yeri, geniş ailelerin ahırlarında bulunan önemli bir yerdir. Küçük bir merdivenle çıkılan ahır sekilerinde bazı hastaların yatıp şifa buldukları dahi söylenir. Danalık kısmında ya da ahır aralığında kurulu olan bu yerde çoban olmasa bile, doğumu gelmiş hayvanların gece kontrolleri için mal sahipleri de sabahlayabilirler. Divriği’de “benim gönlüm ahır sekisi değil ya!” diye bir de söz söylenir.
Tahsildar, orman memuru olup köylere sık sık gidip gelenlerin besledikleri atların, çift sürmek, harman için rençberlere lazım olan öküzlerin, diğer büyükbaşların doldurulduğu ahırlarda, dolayısıyla doğumlar da eksik olmayacak, ahır sekisi, tahtabent gibi adlarla anılan bu gibi dinlenme yerine ihtiyaç duyulacaktır.
Kaynak kişilerimizden Şefika Aydın 17 Eylül 2009’da verdiği bilgilerde bize çobanlık hakkında şunları söylemiştir: “Bizde (Divriği merkez) koyun sürüsü pek olmazdı. Bir kaç ailede sürü bulunurdu. Birer ikişer inek beslenirdi evlerde. Ama bizim elli altmış koyunumuz olurdu her sene. Yerimiz müsaitti. Palanga’da yaz evimiz, tarlalarımız ve ağılımız vardı. Kışın Dillioğlu mahallesindeki (Çandarlı ailesi) evimizde, yazın da Palanga’daki evimizde otururduk. Koyunlar da orda dururdu. Gençten bir çobanımız vardı. Daimi çobanımızdı. Evin adamı gibiydi. Ahır sekisi dediğimiz yerde yatıp kalkar, yemeğini bizimle yerdi. Çoban bakracı dediğimiz bakracına sütünü sağar, öğlen öğününde içer, akşama da o bakracı dolu getirirdi. Mikdat ağabeyimle yekdaştı (aynı yaştaydı anlamında). Onu çok severdi, bütün ikramları da ağabeyime getirip verirdi. Kimi gün o bakraca yoğurt mayalar, kimi gün böğürtlen, kimi gün alıç, dağarmudu, dağinciri filan toplar koyar, kimi zaman da kuzukulağı doldurup getirirdi. O bakracı asla boş getirmezdi.
Kuzu çobanımız ayrı olurdu; zaten kuzular ağılın kuzuluk dediğimiz yerinde yatarlardı. Dağdan gelen davarlar, bir ulu söğüdün dibinde, çövrümce bir yerde dinlenmeye alınırlardı. Kadınlar da gidip orda sağarlardı. Taslara sağılır, büyük büyük küleklere doldurularak eve getirilirdi. Taslardan küleklere doldurmaya çobanlar yardım ederlerdi. Çobanın üstünü başını biz alırdık. Çoban keçesi dediğimiz üstlükten amcamın da vardı. O hayvanları kontrol için zaman zaman dağa, yaylaya gider, keçeyi de üstüne giyerdi. Onun bağ evi de Arhusu’nun üst tarafındaydı.
Ağabeylerimden biri de tuzculuk yapardı. Dillioğlu mahallesindeki evimizin avlusuna yedi sekiz deve birden girer, tuz yükü yıkardı. Kırmızı tuz dediğimiz tuz daha ikram görürdü, herkes o tuzdan almak isterdi. Datlı duz derdik kırmızı tuza. O tuzla yapılan turşunun tadına doyulmazdı. Ah duz da gelirdi. Ama bu tuzlar hangi tuzladan gelirdi hatırlamıyorum. Devecilere yemek çıkarırdık, oturur dinlenirler, develerinin karnını doyururlar, sonra da giderlerdi. Biz avluyu temizleye temizleye bir hal olurduk. Sene de kaç kez tekrarlanırdı bu.”                   
Gene bir başka kaynak kişimiz Halise Havuz 21 Eylül 2009’da, çobanlar hakkında şu bilgileri vermiştir: “Köyde mal çoktu. Öküzün, erkek danaların ayrı, ineklerin ayrı, davarın ayrı, kuzuların ayrı çobanları olurdu. Atları da yılhına (yılkı) bırakırlardı. Dağı taşı dolanırlar, dar güzde, karlar yağmaya başlayınca sürüsüyle evlerine gelirlerdi. 
DEVAMI YARIN

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?