İslâm âlimlerine göre: Kıyamet günü, Yüce Allah, şu dört kimseyi ibadet edemeyişlerine bahane uyduran dört zümreye örnek göstererek bahanelerini çürütecektir:
1-İbadet etmelerine zengin olmalarının engel olduğunu ileri sürenlere, Hz. Süleyman´ı örnek gösterip ?Sen Süleyman´dan daha zengin değilsin, O´nun zenginliği bana ibadet etmesine engel olmadı? diyecektir.
2-İbadet etmelerine köle olmalarının engel olduğunu söyleyenlere Hz.Yusuf´u örnek gösterecektir.
3-İbadet etmelerine fakirliğin engel olduğunu ileri sürenlere de Hz. İsa´yı örnek gösterecek ve: ?Sizler İsa kadar mı fakirdiniz? Yoksulluk O´nu bana karşı ibadet görevini yerine getirmekten alıkoymadı? diyecektir.
4-İbadet etmelerine hasta olmalarının engel olduğunu söyleyenlere de Hz. Eyyûb´u örnek gösterecektir. ?Siz mi yoksa Eyyûb mu daha çok hastalık çekti? Öyleyken hastalık O´nu bana ibadet etmekten alıkoymadı? buyuracaktır. ( Ebûl-Leys Semerkandî, Sohbetler,s.241)
D- PEYGAMBERLERE İMÂN ETMEK
İslâm inanç esaslarından bir diğeri ise peygamberlere imândır. Peygamber kavramı bağlamında Kur´ân´da ?resul? ve ?nebî? terimleri de kullanılır. Bunlardan ilâhî elçi anlamındaki resûl, kendisine kitap indirilmiş ve bu kitabın kurduğu şeriata göre dinî uygulama yapan ve Allah´tan aldıkları ilâhî mesajları insanlara ileten peygamberleri; nebî ise kendisine kitap indirilmemiş olmakla beraber başka bir peygambere indirilmiş ilâhî bir kitaba göre şeriat uygulayan ve iyilik ve kötülükten ve yaklaşan hesap gününden insanlara haber veren peygamberleri ifade etmektedir. Bu durumda resul ve nebî, peygamberlerde bulunan ve birbirini tamamlayan sıfatlardır, özelliklerdir. Kur´ân´da peygamberlerin görevleri ve konumları Hz. Peygamber(s.a.s.)´in şahsında şöyle tanımlanmıştır: ?Ey Peygamber, biz Seni bir şahit, bir müjdeleyici ve uyarıcı, Allah´ın izniyle onun yoluna bir davetçi ve nur saçan bir kandil olarak gönderdik.?( Ahzâb, 33/45-46)
Yüce Allah, insanlık tarihi boyunca fert ve toplumları dinî ve ahlâkî değerler konusunda aydınlatmak, emirlerini ve yasaklarını kullarına bildirmek üzere ilâhî vahiy yoluyla peygamberler görevlendirmiştir. Allah´a imân, Allah´ın seçtiği peygamberlere de hiçbir ayırım gözetmeden inanmayı gerektirir. Peygamberler de bizim gibi insan olmakla beraber, onlar Allah´ın seçkin kullarıdır.(Yunus Akaya, Allah´a İman Etmek Peygamberler Arasında Ayırım Yapmamayı Gerektirir; Kur´ân´dan Öğütler 1; D.İ.B.Yayını,s.79-80)
Peygamberler de bizim gibi insandırlar.Ancak Peygamberlerin asağıda yazdığımız gibi ortak üstün özellikleri vardır:
1-Sıdk: Özü, sözü ve davranışları itibariyle dosdoğru olmak demektir.Hiç bir peygamber için sıdkın zıddı olan yalan söz konusu olamaz..
2-Emanet:Güven ve emniyet nübüvvetin vazgeçilmez şartıdır. Onlarda hiçbir şekilde ihanet bulunmaz; çünkü peygamber en güvenilir insandır.(Ahzâp, 33/39).
3-Tebliğ:Allah´tan aldığı vahyi insanlara eksiksiz olarak ulaştırmaktır.(Ankebut,29/45); tebliğ ettikleri dini söz ve davranışlarıyla açıklamaktır.(Nahl, 16/44). Dini tebliğ etmenin ve açıklamanın en güzel yolu peygamberlerin söz, fiil ve davranışlarıyla örnek olmasıdır.(Ahzâp, 33/21)
4-Fetânet: Peygamberlerin anlayış ve zeka üstünlüğüne ,lâve olarak hassas derecede şuuru, zihin berraklığı, duyarlılığı ve çabuk kavrayışlı oluşlarını ifade eder.
5- İsmet:Peygamberlerin günahtan korunmuş olması demektir. Peygamberlerin, vahiyden önce de, sonra da küfürden, büyük günahlardan, kasten küçük günahlardan da uzak olodukları anlamındadır.
Peygamberlerin temel görevi insanları Allah´ın gösterdiği hak yola çağırmaktır. Hak yol, hayatın yaratılış gayesine uygun bir biçimde yaşanmasını sağlayan düsturlar bütününü, yani dini temsil ediyor. Peygamberlerin görevi, hem dini tebliğ etmek, hem de tebliğ ettiği dini söz ve davranışlarıyla açıklamaktır. Ümmete düşen görev ise, Peygambere itaat etmekten ibarettir. Peygamberimizin söz ve davranışları ?sünnet? olarak adlandırılır. Yüce Rabbimiz, güzel ahlâkın bütün üstünlüklerini ve hayatın bütün güzelliklerini Kur´ân-ı Kerim´de ve Peygamberimizin sünnetinde toplamış ve bizi ona uymakla yükümlü kılmıştır.
İnsanların, hakiki ve ilâhî birer mürşid olan peygamberlere ihtiyacı vardır. İnsanlar kendi akıllarıyla Allah Tealâ´nın varlığını ve birliğini anlayabilirlerse de, O´na mahsus olan bir takım yüksek sıfatları tamamen anlayamazlar. Ne yolda ibadet edileceğini, ahiret işlerini, ahretteki sorumluluğu, oradaki mükâfatın ve cezanın şekillerini dosdoğru bilemezler. İnsanların, en kısa ve pürüzsüz bir yoldan giderek dünya ve ahiret saadetine kavuşması, fikir ve ahlâki yüksekliğe erişmesi, ancak ilâhî eğitim ve öğretim sayesinde mümkün olabilir. İşte insanların bu ihtiyaçlarını sağlamak için Allah Tealâ, peygamberler göndermiş ve onlara her şeyi bildirip, insanlara doğru yolu göstermeye onları memur etmiştir.( Hacı Ahmet KAYHAN, İrfan Okulunda Oku, s.192)
Peygamberler sadece dini tebliğ etmekle yetinmişler; dini esasları açıklamışlar, sonra ümmetlerine öğretmişler, onları eğitip kötülüklerden arındırmışlardır. Her ne kadar insanoğlu yaratılırken akıl, bilinç, idrak, iyiyi kötüden ayırt edebilme gibi bir takım yeteneklere sahip olarak yaratılmış olsa da ve her ne kadar fıtraten ?tevhid ve îmân üzere? yaratılmış olduğu için kendi aklı ile Allah´ın varlığını ve birliğini anlayabilse de belli işlerden, inanç ve ibadetlerden, tutum ve davranışlardan sorumlu tutulabilmesi, bunlardan dolayı ona sevap ve ceza verilebilmesi için önceden bilgilendirilmesine; bunun için de kendisine gerçek bir önderlik yapacak peygamber gönderilmesine ihtiyaç hasıl olmuştur. Böylece, her konuda mazeret yaratmaya yatkın olan insanoğlunun, ahirette, ?bilmiyordum, peygamber gönderilip bana öğretilmedi? diye mazeret ileri sürmesinin peşinen önüne geçilmiş olmaktadır. ?Müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak peygamberler gönderdik ki peygamberlerden sonra insanların, Allah´a karşı bir bahaneleri olmasın ??( en-Nisâ, 4/165)
İslâm dininde bütün peygamberlere inanmak esastır. Hiç bir ayırım yapmadan peygamberlerin Allah´ın resulü olduklarına inanırız. İşte İslâm dininin diğer dinlerden, örneğin Hristiyanlıktan ayrıldığı önemli bir esas da budur! ?Peygamber, Rabbinden kendisine indirilene imân etti, müminler de (imân ettiler). Her biri; Allah´a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine imân ettiler ve şöyle dediler: O´nun peygamberlerinden hiçbirini (diğerinden) ayırt etmeyiz? (el-Bakara 2/285)
Peygamberlerin evveli Adem Safiyullâh, ahıri bizim peygamberimiz Hazreti Muhammed Mustafa (s.a.s.) Efendimiz olduğuna; bu ikisinin ve bu ikisi arasındaki gelip geçen peygamberlerin hak ve gerçek olduğuna; bunların cümlesine inanmak ve imân etmek; dilimizle ikrar, kalbimizle tasdik etmektir. Müslümanlar, peygamberler arasında hiçbir ayırım yapmadan hepsinin hak peygamber olduğuna inanırlar Allah Tealâ böyle emretmiştir:?Şüphesiz Allah ve peygamberlerini inkâr edenler, Allah´a inanıp peygamberlerine inanmayarak ayırım yapmak isteyenler, ?(Peygamberlerin) kimine inanırız, kimini inkâr ederiz´ diyenler ve böylece bu ikisinin (imanla küfrün) arasında bir yol tutmak isteyenler var ya; işte onlar gerçekten kâfirdirler??( Nisâ,4/150-151)
Peygamberler, büyük bir zincirin halkaları gibidir. Onların her biri, diğerlerini de doğrular. Bu zincirin son halkası olan Hz. Muhammed (s.a.s.) ise kendisinden önceki bütün peygamberleri tasdik ettiği gibi, onun ümmeti de, aralarında hiçbir ayırım yapmaksızın bütün peygamberlere birden imân etmekle yükümlü tutulmuşlardır. Kur´ân da bunu böylece bildirdiği için, imânın bir şartı olan peygamberlere imân onların hepsini birden kapsar; peygamberlerden herhangi birini kabul etmemek, hiçbirini kabul etmemekle aynı anlamı taşır. Peygamberlerin toplam sayısı hakkında bir hadis-i şerifde 124.000 rakamı bildirilmiştir.Kur´an´da ise bizim Peygamberimiz de dahil olmak üzere 25 peygamberin adı geçmektedir: Adem (a.s.), İdris (a.s.), Nuh (a.s.), Hûd (a.s.), Salih (a.s.), İbrahim (a.s.), Lût (a.s.), İsmail (a.s.), İshak (a.s.), Yakup (a.s.) Yusuf (a.s.), Şuayp (a.s.), Mûsâ (a.s.), Hârun (a.s.), Davud (a.s.), Süleyman (a.s.), Eyyub (a.s.), Zülkifl (a.s.), Yunus (a.s.), İlyas (a.s.), Elyesea (a.s.) Zekeriya (a.s.),Yahya (a.s.), İsâ (a.s.), Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s.) (Ümit ŞİMŞEK, a.g.e. s. 176-184).
Ulû´l- azm Peygamberler: Ulû´l azm peygamberler, yüklendikleri ağır görev ve sorumluluk karşısında herhangi bir yılgınlık göstermeden dini insanlara tebliğ görevini yerine getiren, bütün zorluklara göğüs germede azim ve sebat gösteren peygamberler demektir.Bunlar, Şûrâ Sûresinin 13. ayetinde isimleri zikredilen, Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed(s.a.s.) dir.( Şûrâ, 42/13)
İslâm Dininin Peygamberi, Hz. Peygamber (s.a.s.)dir.Kitap O´na inmiştir.Kitabın bize gönderildiğini söyleyen O´dur. O´na iman ettik ve bağlandık. Kur´anın nasıl anlaşılması gerektiğini bizlere anlatan yine kendisidir. O´nun açıklayıcı, belirleyici sözlerini (Hadisleri) bize dilden dile, gönülden gönüle mukaddes bir emanet gibi aktaranlar da O´nun sahabesidir.
Rahmet ve merhametin eşsiz timsali, dini ve ahlâkî hayatımızın örnek şahsiyeti, hiç şüphesiz sevgili Peygamberimiz Hz.Muhammed (s.a.s.) dir. Cenab-ı Allah, ?(Ey Muhammed) ! Seni, ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik??(Enbiyâ,21/107 buyuırmaktadır. Âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz.Peygamber´in hayatı incelendiğinde; muhteşem özellikleri açıkça görülür. O, beşeriyete Allah´ın en mükemmel dini olan islâmiyeti tebliğ etmiştir. O´nun hayatı sevgi, şefkât, hoşgörü, fazilet ve samimiyet doludur. Beşeriyetin her zaman ve mekanda Hz.Peygamber´in tebliğ ettiği ilâhî mesaja, örnek kişiliğine ve rehberliğine ihtiyacı vardır.Çünkü bu mesaj insanların can, mal ve ırz güvenliğini korumayı amaçlamıştır.
Ayrıca, O´nun yaşantısı; tavsiyeleri, maddî güzellikleri, ahlâkî ve manevî meziyetleri ile topluma örnek olmalıdır: Allah Resulü, kimseyi incitip kırmaz, kimsenin ayıbını yüzüne vurmaz, kimsenin gizli hallerini araştırmaz, kimsenin sözünü kesmez, herkesi dinler, ikram etmeyi sever, verdiği sözü tutar, dürüstlükten ayrılmaz, yalan söylemezdi. Hz. Peygamber(s.a.s.)´e uzun süre hizmet etmiş olan Enes Bin Mâlik şöyle demektedir: ?Allah´a yemin ederim ki, ben kendisine on yıl hizmet ettim.Yaptığım bir işten dolayı,´Niye böyle yaptın?´, yapmadığım bir işten dolayı da ,´Niçin böyle yapmadın?´ dediğini hatırlamıyorum? (Buharî, Vesâyâ, 25)
Kur´ân-ı Kerim´de de bildirildiği üzere, peygamberlik Hz.Muhammed (s.a.s) ile son bulmuştur: ?Muhammed sizin erkeklerinizden hiçbirisinin babası değildir. Fakat O, Allah´ın resulü ve peygamberlerin sonuncusudur??(el-Ahzâb,33/40). Artık O´ndan sonra peygamber gelmeyecektir. O´nun getirdiği mesaj da kıyamete kadar sürecektir.
O´na olan hürmetimizi ve sevgimizi göstermenin yolu olarak, Peygamber Efendimiz (s.a.s.) anıldığında, her seferinde ?Sallâllahu aleyhi ve sellem? şeklinde salât ve selâm getirerek O´na karşı hürmetimizi göstermeli ve saygıda kusur etmemeliyiz.
Yüce Allah , Kur´anda, Hz. Peygamberi hem bir şahit, hem bir müjdeci ,hem de bir uyarıcı olarak gönderdiğini ( Feth ,48/8)buyurmakta ve yine ?Ey insanlar, Allah´a ve Peygamberine inanasınız , ona yardım edesiniz, ona saygı gösteresiniz ve sabah ?akşam Allah´ı tesbih edesiniz diye (Peygamber´i gönderdik )?( Feth,48/9 ) diye buyurmaktadır.
Salât-ü selâm, tahiyyat-u ikram, her türlü ihtiram Efendimiz (s.a.s.)´ e, O´nun âline, ashabına ve O´nun yolundan gidenlere olsun !
KANAATKÂR OLMAK
Kanaat; Allah´ın takdir ettiği rızka, ne kadar olursa olsun rıza göstermek ve şükretmektir. Kur´ân-ı Kerim´de:??Andolsun, eğer şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım. Eğer nankörlük ederseniz, hiç şüphesiz azâbım çok şiddetlidir.?( İbrahim,14/7) buyrulmuştur. Atalarımız da ?aza şükretmeyen çoğu bulamaz.? demişlerdir.
Kanaat etmeyen kimse, içerisinde bulunduğu hiçbir durumdan memnun ve mutlu olmaz; şükretmeyi bilmez. Daima şikayet eder, her zaman sızlanır, hep başkalarının malına-varlığına göz diker, kıskanır! Hangi durumda olursa olsun hep daha fazlasını ister ve bu nedenle de hiçbir zaman tatmin olmaz.Tatmin olmayınca, şükretmeyince, yüreği kıskançlık içinde sıkışınca mutlu da olamaz! İnsan; her daim maddi olarak kendisinden daha aşağıda olanların, yokluk-kıtlık içinde olanların, sıkıntı çekenlerin durumuna bakıp haline şükretmeli ve Allah´ın verdiği mallardan, yine Allah yolunda harcayarak, âhiret sermayesini biriktirmeye çalışmalıdır.
HIRSIZLIK YAPMAMALIDIR.
Hırsızlık; başkasına ait bir malın, mülk edinmek maksadıyla muhafaza edildiği yerden gizlice alınmasıdır. Mülkiyet hakkına yönelik bir ihlâl olan hırsızlık suçu, bireyin dokunulmaz haklarına karşı olduğu kadar, kamu düzenini bozmaya yönelik bir suç olarak da görülmüş ; çok ağır cezaî müeyyideler getirilerek toplumun huzuru temin edilmeye çalışılmıştır.
İslâm Dininde hırsızlık en kötü davranış olarak görülmüş ve en ağır ceza verilmesi; hırsızlığı sabit olan kişinin elinin kesilmesi cezasına çarptırılması öngörülmüştür.Mâide Suresinin 38. Ayetinde: ?Hırsız erkek ve hırsız kadının hırsızlıkları sabit olunca ellerini kesin.Çaldıkları mallara karşılık ve Allah´tan ibret verici bir ceza olmak üzere, ellerini kesin! Şüphesiz ki Allah güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir!(Mâide,5/38)
?Böyle iken her kim de işlediği zulmün arkasından tevbe edip halini düzeltirse, Allah elbette tevbesini kabul buyurur.Çünkü Allah çok bağışlayıcı ve çok merhametlidir.?(Maide, 5/39) Böylece Kur´ân-ı Kerim, hırsızlığın bir Müslüman için kabul edilemez bir suç olduğunu; en değerli organının, ellerinin kesilmesi gibi ağır bir ceza öngördüğünü hükme bağladıktan sonra; hemen arkasından ?hırsızın? ıslâh olması için tövbe edip halini düzeltme yolunu da açık bırakmış ve bunların Cenab-ı Allah tarafından affedileceklerini hükme bağlamıştır!