Ahmed-i Sûzî, 1179/1765’te Sivas’ta dünyaya gelmiştir. (Sûzî’nin doğum tarihini Hocazâde, 1170/1757olarak vermiştir. Hocazâde Ahmed Hilmi, Ziyaret-i Evliyâ, İstanbul 1307, s.93. Onun doğum tarihini 1165/ 1751 olarak da gösterenler olmuştur. Vehbi Cem Aşkun, Sivas Şairleri, Kâmil Matbaası, Sivas 1948, s.64–89; Recep Toparlı, Ahmed Sûzî, Revak, Sivas 1991, s.33.) Halvetiyye’nin Şemsiyye/Sivasiyye kolunun müessisi Şemseddin Sivasî’nin (Hayatı, eserleri ve tarikatı hakkında bkz; Hasan Aksoy, Şemseddin Sivasî, Hayatı, Şahsiyeti, Tarikatı, Eserleri, CÜİFD, Cilt: IX/2, Sivas 2005, s.1–46.) altıncı kuşaktan torunu olan Sûzî’nin çocukluğu ve gençliği tasavvufî bir ortamda geçmiştir. (İbnülemin Mahmut Kemal İnan, Son Asır Türk Şairleri, MEBY, İstanbul 1970, III, s.1709.) Âlet ilimlerinde ve tasavvuf ilminde derinleşen Sûzî Efendi, âlet ilimlerini Hâdimî Merhum’dan (ö.?) tasavvuf ilmini ise Abdülmecîd Efendi’den (ö.?) almıştır. (Mehmet Tahir, Osmanlı Müellifleri, Meral Yayınları, İstanbul 1975, c.I, s.191.) Abdülmecîd Efendi, isim benzerliği nedeni ile 1638’de vefat eden Abdülmecîd-i Sivâsî ile zaman zaman karıştırılmıştır. Burada ismi zikredilen Abdülmecîd Efendi, Sûzî’nin dedesi olan Abdülmecîd-i Sivâsî Efendi değildir. (Âlim Yıldız, Ahmed Sûzî ve Pendnamesi, Osmanlılar Döneminde Sivas Sempozyum Bildirileri, Sivas Valiliği İl Kültür Müdürlüğü Yayınları, Sivas 2007, II, s.353. Abdülmecid Sivasî’nin hayatı, eserleri ve görüşleri için bkz, Cengiz Gündoğdu, Bir Türk Mutasavvıfı: Abdülmecid Sivasî, Hayatı, Eserleri ve Tasavvufî Görüşleri, KBY, Ankara 2000, s.39–397.) Sûzî’nin üstadı olan Abdülmecîd Efendi, Müeyyed b. Şemseddin Sivasî’nin (ö.1075/1664-65) (Onun vefat tarihini Hocazâde 1070/1659–1660 olarak nakletmiştir. Hocazâde, Ziyaret-i Evliya, s.93; Necdet Yılmaz, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf, OSAV, İstanbul 2001, s.196.) talebelerinden Abdurrahman Turhâlî’nin (ö.?) halifesi Mustafa Turhalî’den (ö.?) tarikat eğitimini almış birisidir. (Hocazâde, Ziyaret-i Evliya, s.93; Hür Mahmut Yücer, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf, (19. Yüzyıl) İnsan Yayınları, İstanbul 2004, s.237; Fatih Çınar, Hüseyin Vassaf Bey’in Sefine-i Evliya Adlı Eserinde İsmi Geçen Sivas’ta İkamet Eden ve Sivaslı Olan Sûfîler, CÜİFD, Sayı: XII/I, Sivas 2008, s.394.)
Seyr ü sülûkünden önce 1198/1783’te hac farizasını yerine getiren Sûzî, Divan’ında bu yolculuğunu manzum olarak anlatmıştır. (Bu arada Sûzî, henüz on dokuz yaşındadır. Sûzî, Divan’ı içerisinde 39 beyitlik bir “Hacnâme” bölümünde bu yolculuğuna değinmiştir. Burada verdiği bilgilere göre Sûzî Medine’de 72 gün kalmıştır, karayolu ile önce Şam’a uğramış daha sonra Sivas’a dönmüştür. Sûzî, Divan, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Efendi, 2646, 16b; Yıldız, Ahmed Sûzî ve Pendnamesi, s.353.) Hac dönüşü Sivas’taki Şemsî Dergâhı’nda (Mustafa Özdamar, Dersaâdet Dergâhları, Kırk Kandil, İstanbul 1994, s.97; Kadir Özköse, Anadolu Tasavvuf Önderleri, Ensar Yayınları, Konya 2008, s.428.) postnişin olan Sûzî, vefatına kadar bu görevini devam ettirmiştir. (Metin Ceylan, Ahmed Sûzî ve Divanı, Sosyal Bilimler Dergisi, Uşak 2004, s.237.) Sûzî, bu tekkedeki görevinin annesinin vefatından bir süre sonra başladığını Divan’ında bir beyitte dile getirmiştir. Buna göre Sûzî, 1798 veya 1799 yılında posta oturmuş ve yaklaşık otuz yıl bu görevine devam etmiştir. (Yıldız, Ahmed Sûzî ve Pendnamesi, s.353.)
Ahmed Sûzî’nin babası Şeyh Ömer Sâni Efendi’dir. O da Şemsî Dergâhı’nın şeyhlerindendir. (Hocazâde, Ziyaret-i Evliya, s.93.) Kaynaklarda Sûzî’nin annesi hakkında bir bilgiye rastlanılmamıştır. Kaynaklarda, Sûzî’nin Mehmed Behlül (ö.1256/1840) isimli bir kardeşinin olduğu ve Sûzî’nin vefatından sonra Sivas’taki tekkede bu kardeşinin görev yaptığı nakledilmiştir. Burada verilen bilgiye göre, Sûzî’den sonra kardeşi Mehmed Behlül Efendi, onun vefatından sonra ise oğlu Şeyh Hüseyin Sâni (ö.1279/1862) Şemsî Dergâhı’nda görev yapmıştır. (Hocazâde, age, s.94; Yücer, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf, s.238.)
Hiç evlenmediği belirtilen Ahmed Sûzî Efendi, (M. Fatih Güneren, Sivasî Şiirleri, Seçil Ofset, İstanbul Tarihsiz, s.19; Âlim Yıldız, Ahmed Sûzî Divânı, Buruciye Yayınları, 2012, s.6 vd.) 1246/1830 yılında Sivas’ta vefat etmiştir. (Halil İbrahim Şener- Âlim Yıldız, Türk-İslam Edebiyatı, Rağbet Yayınları, İstanbul 2003, s.311.) Vefatına şu beyitlerle tarih düşülmüştür:
“Pişvâ-yı ehl-i halvet rehnümâ-yı sâlikân
Şems-i sânî Ahmet Sûzî azîz-i kambîn
Aşk-ı hakla zâhir ü bâtın idüp tekmîl-i zât
İrciî emriyle şimdi kurba oldı vâsılîn
Şâd ola rûh-ı revânı mûnis-i nûr-ı Hudâ
Himmeti sâliklerine ola memdûd u karîn
Târihîn menkûtla üçler çıkıp etdi nidâ
Tekye-i dâru’s-selâma Sûzî oldı post-nişîn: 1246/1830.” (İsmail Hakkı- Rıdvan Nafiz, Sivas Şehri, Sivas Ticaret ve Sanayi Odası Yayınları, Haz: Recep Toparlı, Sivas 1997, s.167.)
Ahmed Sûzî’nin cenaze namazı Sivas/Meydan Cami’nde kılınmış ve dedesi Şemseddin Sivasî’nin yanına defnedilmiştir. (Bağdatlı İsmail Paşa, Hediyyetü’l-Ârifîn Esmâü’l-Müellifîn-Kütübi ve’l-Fünûn, İstanbul 1947, II, s.549; Hüseyin Vassaf, Sefîne-i Evliyâ, Haz: Mehmet Akkuş- Ali Yılmaz, Kitabevi, İstanbul 2006, III, s.509.)
Kaynaklarda Ahmed Sûzî’nin eserleri hakkında değişik bilgilere rastlamak mümkündür. Bazı kaynaklar onun üç eserinden (Hakkı-Nafiz, Sivas Şehri, s.167; Vassaf, Sefine, s.509; Hocazâde Ahmed Hilmi, Ziyaret-i Evliya, Haz: Selami Şimşek, Buhara Yayınları, İstanbul 2006, s.110.) bahsederken bazıları da bu sayıyı beşe çıkarmıştır. (Yıldız, Sûzî ve Pendnamesi, s.354.) Bu farklı değerlendirmelerle birlikte yaptığımız kütüphane taramalarında elde ettiğimiz bilgileri de göz önünde bulundurarak Sûzî’nin eserlerini şu şekilde gösterebiliriz: ‘Türkçe Divan, Farsça Divan, Süleymannâme, Menâkıb-ı Abdülvehhâb Gazi, Sülüknâme, Vasiyetnâme, Pendname, Silsile-i Pîrân-ı Meşâyih-i Halvetiyye, Kaside-i Bürde Tercümesi.”
Süleymaniye Kütüphanesi, Osman Huldi Öztürkler Bölümü, 63 numarada kayıtlı olan eser isminden de anlaşılacağı üzere Halvetî silsilesini zikretmektedir. Eser manzumdur. (Bu eserin Konya Belediyesi, İzzet Koyunoğlu Kütüphanesi, 173’de bir nüshası olduğundan bahsedilmektedir. Bkz; Yücer, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf, s.237. (528 nolu dipnottan) Ahmed Sûzî’nin bu eserini şöyle takdim edebiliriz:
بسم الله الرحمن الرحيم
“Hamdi bî-had edelim Allah’a gel/ Aşk ile yüz sürelim dergâha gel
Hem Resûline salât ile selâm/ Âl-i ashâbına cümleten temâm
Ol Cenâb-ı zât-ı pâk-i kibriyâ/ Kim müserrâd etti kulûbleri ihyâ
Kendi ilminden inâyet eyledi/ Ol ledünnîden işâret eyledi
Ol habîbine ânı kıldı ayân/ Kendi bi’z-zât baz-ı sabrıyla beyân
Sırr-ı vahdet hem hakîkat kenzini/ Ma’rifet esrârını hem remzini
Süzdü Haydar bazı hâlinden ânın/ Kokuldu bir gonca gülünden ânın
Mazhar oldu ol ledünnî sırrına/ Oldu ârif dû-cihânın sırrına
Ol habîbin hâl- fi’l-i sırrı hem/ Muhrim oldu Haydar ile dem-be-dem
Zâhir-i bâtın-ı ulûm-ı kâinât/ Cüz’i külli her ne var zât-ı sıfât
Cümlesinin kapısı oldu Ali/ Din evinin yapısı oldu Ali
Hâssaten erkân-ı tevhîd-i telkin/ Etti âna ol habîb-i yâr-ı dîn
Cümle pîrân mebdei oldu Ali/ Evliyâlâr rehberi oldu Ali
Halvetî ibnî üzre bir tarik/ Hakk’a akrabdır kamû yoldan hakîkatî
Erdi Haydar’dan Hasan Basrî’ye bu/ Vird-i ezkâr-ı ânın tevhîd-i hû
Ol Habîb-i Acmer geldi bu dem/ Etti inâbet Hasan’dan ey dedem
Dâvûd-ı Tâi’ye erdi çün bu sır/ Andan oldu Ma’rûf-ı Kerhî habîr
Andan aldı ol Serîr-i Sakatî/ Anladı sırr-ı Ali’den noktaî
Duydu andan çün Cüneyd pür usûl/ Oldu bir iken tarîk çok yol yol
Vardı on bir halîfesi ânın/ Her birine verdi bir yol anların
Çün Cüneyd’den aldı Hemşâd velî/ Tuttu andan çün Muhammed bu yolu
Bu ikinin şöhreti denirdür/ Ehl-i tarîkin bular hem nûrdur
Kadı Vâhiyudîne erdi çün bu derd/ Aldı andan bu Necîb Sühreverd
Geldi Kutbuddîn şeyh-i Ebhurî/ Oldu mürşîd sâlikânın surûrî
Erdi Rükneddin Necâşi’ye nasîb/ Oldu pîrân içre kâmil-i pür edîb
Şeyh Şehâbüddîn Tebrîz bu dem/ Oldu pîrân içre şöyle bû himem
Erdi bundan çün Cemâleddîn’e nûr/ Aksarây lîk-i Sivas’ta yatûr
Aldı andan Zâhid-i Geylânî hem/ Oldu pîr-i Halvetî basdı kadem
Andan erdi Muhammed pûr nûra bu/ Çok kerâmât ile meşhûrdurur o
Geldi andan çün Ömer Halvetî/ Eder idi uzleti hem vahdetî
Aldı andan ol ahî Mir Merâzîn/ Sâlikâna oldu rehber-i güzîn
Geldi nöbet oldu İzzeddîn pîr/ Andan oldu Sadruddîn habîr
Etti Seyyid Yahyâ gün gibi zuhûr/ Halvetiyye âyinin eyledi nûr
Halvetiyye âyini buldu rüchân/ Kuvvet-i kudsiyyesiyle nice şân
Şâh-ı pîrân-ı hem sülâle-i Resûl/ Erbaînin sahibidir ey oğul
Aldı andan Yusuf-ı Mısr-ı irfân/ Seyyidin oğludur eyle iz’ân
Erdi andan Muhammed Rukıyye’ye/ Oldu bunlar cümlesi Halvetiyye
Andan aldı Ümm-i A‘lemi velî/ Denir âna şâh Kubâdı Şirvânî
Geldi şeyh Abdülmecîd-i Şirvânî/ Mürşîdidir hazret-i pîrin velî
Gelmişem ya Şems senin çün Rum’a ben/ Dediği meşhurdurur beyne’l-ümem
Hazret-i Seyyid buların cümlesi/ Oldular Şirvân-ı pîrân zümresi
Şeyh Mecîd geldi Tokat’a emrile/ Hazret-i Şems vardı âna hizmet kıla
On iki yâ on sekiz yıldır temâm/ Hizmet bağında eyledi kıyâm
Verdi vârın buldu feyziyle kemâl/ Vaktinin kutb-ı idi ol ehl-i hâl
Şeyh Müeyyed oğlun erdi andan/ Nice eyyâm sürdü âyîn-i erkân
Andan aldı Turhalî Abdurrahîm/ Şeyh Muharrem evlâdından devr-i alîm
Geldi andan Turhâlî Şeyh Mustafa/ Kâmil-i âlim idi ehl-i takî
Aldı andan Şeyh Mecîd Turhâlî/ Zü’l-Cenâhayn idi ol zât-ı âlî
Zâhir-i bâtında irşâd eyledi/ Sâlikânı şöyle dilşâd eyledi
Aldı andan bu hakîr-i nâ-tûvân/ Mücrim-i kemter ü âsî bendekân
Cümlesinden Sûzî ednâdır hakir/ Kapısında anların sanki kıtmîr
Zâhir silsile bunlardan temâm/ Geldi bize anları saydım imâm
Lîk oldu bu hakîre bu kerem/ Lütf-ı ihsân-ı mürüvvetle himem
Gerçi lâyık değil isem de o dem/ Bizi adam deyû saydı dedem[1]
Sana dostur der yürü post-mend ol/ Deyû nutk etdi o sâhib-i pür usûl
Nice âdâb ile erkân söyledi/ Bunları yolunca böyle et dedi
Kâle kîl gidişine alma sakın/ Sırrına mazhâr olursun bi’l-yakîn
Tut yolumu gelesin Hak’tan yana/ Söyledim bir bir kamûsun ben sana
Ol mücâhid sabrıyla bulğıl kemâl/ Bulasın cû-ı seherle vecd-i hâl
Bu nutkları buyurdu lutfıyla/ Bazı işâret ile diler unukla
Her birinin sırrına er gider diler/ Dahî nice türlü imâ kıldılar
Nutkuna teslim alıp girdik yola/ Sen sanur musun ki bu bir söz ola
Hak’tan oldu hakdurur bunlar kamu/ Hak dersin rahmeti buldun ey ulû
Yok derisin billâh gördük ziyân/ Son nefeste korkarım n’olur îkân
Bu günahkâr miskîne bunca kelâm/ İki şeyle temsîl edelim temâm
Benzer ol mûr-i zaîfe kim yürür/ Ayak altında yüz üzre süründür
Lutf edip ânı Süleymân ref’ eder/ Tutu ben el üzre âna nutk eder
Dahî şol âyete benzer kim yatur/ Kapıda ol kemikleri gözedür
Rahm edip sâhip ânı çağırır/ Türlü taâm ile ânı doyurur
Bu iki hayvan gibi çün hâlimiz/ Çok inâyet eyledi sultânımız
Hasbıhâli gel sana hatmedelim/ Silsilemiz yine beyân edelim
Zâhir-i vâsıta şeyh Abdülmecîd/ Oldu andan duymuşum sırr-ı tevhîd
Lîki bizzat hazret-i pîrden bize/ Oldu vâsıl-ı ârif olanlar size
Zâhir-i bâtında aldık himmeti/ Ettiler haddim değilken hürmeti
Nice izzet-i şöhret-i lutf-ı kerem/ Bulmuşum birine lâyık değilim
Düşmüşüm yollarına çün âcizim/ Hem garibim miskinim hem nâçizim
Sûzîyim sûzâne geldim el-amân/ Yandı ciğer sûz-i aşkınla hemân
Âb-ı lutfunla ferahyâb eyle sen/ Bir gedâyım gelmişim ihsâna ben.”
[1] Şemseddin Sivasî (k.s)