İnsan kimdir; neden bazen bir melek, bazen de bir şeytan gibi davranmaktadır?
İnsan, toplumsal bir varlık olarak hayatının her safhasında diğer insanlarla birlikte yaşamak zorundadır. Bu da ancak birbirlerine zarar vermeden yaşamakla ve toplumsal kurallara uyarak sağlanabilir. İnsanları diğer varlıklardan ayıran en önemli özellik, akıl ve irade ile davranabilmesi; düşünerek ve fikirlerini ifade ederek meramını anlatabilmesi; iyiyi kötüden, güzeli çirkinden, doğruyu yanlıştan ayırabilecek yeteneklere sahip bulunmasıdır. Böyle olunca, insanın; akıllı, makul, mantıklı, tutarlı şekilde davranması; hem kişi olarak kendisinin, hem de içinde bulunduğu toplumun mutlu ve huzurlu hale gelmesine yarayacak şekilde davranması beklenir. Ne yazık ki her zaman böyle olmamakta, bazı insanların tutum ve davranışlarını anlamak mümkün olamamaktadır.
İnsanoğlunun nasıl bir varlık olduğunu çözmek gerçekten son derecede zordur! Bakarsın melek gibidir; bakarsın şeytandan da adî bir yaratık olur çıkar. Yırtıcı bir hayvan ancak aç kalınca başka bir hayvanı parçalar, öldürür ve ihtiyacını giderir; ihtiyacını giderdikten sonra da başkalarına zarar vermez. Oysa bazı insanlar hiç de açlığını giderip hayatını kurtarmak gibi hayatî bir ihtiyacını karşılamak zorunda olmadığı halde başka insanları, hatta karısını-öz evladını incir çekirdeğini doldurmayacak sebeplerle öldürebiliyor. Bazısına da bakıyorsun, elindekini avucundakini yoksullara saçıp veriyor; onları koruyup kolluyor; Büyük Yunus Emre Hazretlerinin sözü ile “Yaratandan ötürü” yaratılana sevgi-saygı ve merhamet gösteriyor.
Bu durumu Hz.Mevlâna şöyle açıklıyor:
“Biz insanlar öyle mahlûkatız ki, bazen melekler insan olarak yaratılmadıklarına üzülürler; bazen de şeytanlar bizden olmadıklarına şükrederler! Hem meleklerden öteye, yukarıya yücelmek, hem de hayvanlardan dahi aşağıya düşmek insana mahsustur! Her iki durumda olmak ta yani düşmek de yücelmek de elimizdedir ve bizim seçimimize bağlıdır! Kime ve neye benzemek istiyoruz; meleklere mi, şeytana mı ? Varmak istediğimiz hedef nedir?”
İnsanoğlunun bu yüksek değerini, evren kadar yüksek değerini en iyi anlayanlardan birisi de Hz. Ali’dir. Veliyullah, kendi kendisini hor gören insana şöyle hitap eder : “Ey insan! Sen kendinin küçük, değersiz bir maddi yapı olduğunu sanırsın. Halbuki sen küçük bir evrensin; büyük evren de sende dürülmüştür!”
Büyük şair Şeyh GALİP, Hz. Ali’nin yukarıdaki sözünü şiir dili ile tercüme eder gibi, bakınız insanı nasıl anlatıyor:
“Ey gönül neden böyle gam dolusun?
Her ne kadar virane olsan da tılsımlı bir hazinesin sen!
Meleklerin secde etmekle emrolunduğu değerli bir varlıksın sen!
Bildiğin gibi değil her şeyden üstünsün sen!
Ruhsun, Cebrailin nefesi ile eşsin, Hak’kın sırrısın, Meryemoğlu İsa gibisin sen!
Zatına hoşca bak, çünkü evrenin özüsün, varlık ve oluşların göz bebeği insansın sen !”
Uzun söze gerek yok: Cenab-ı Allah da, Kur’an’ı Kerim’de insanoğlunu methederek yer yüzünde halifeler kıldığını, halifesi yaptığını, oraya hakim kıldığını buyurmuyor mu!?(Fâtır, 35/39; En’âm,6/165)
Şöyle bir soru akla gelebilir: Allah insanı en güzel şekilde yaratıp, yeryüzünde halifeler kılıp da, sonra da onu niçin aşağıların aşağısına indirmiştir; kardeşinin etini yiyecek, en yakınlarının kanını dökecek seviyeye düşürmüştür?
Sebebi açıktır: İnsanın içinde daima birbiriyle savaşan iki güç vardır: Nefis ve kalp, İyilik ve kötülük; aydınlık ve karanlık.
Aydınlığın, kalbin ve iyiliğin hâkim olduğu insana melekler imrenir. Şeytan da, nefsin, kötülüğün ve karanlığın hâkim olduğu insana bakar da insan olmadığına şükreder!”
Esasen “insan” la ilgili hükümler Kur’an’ı Kerim’de açıkça verilmiştir: Bazı ayetlerde insanın en güzel şekilde yaratılmış (Tîn, 95/4); İyiliği kötülükten ayırma gücü verilmiş (Şems,91/8) ; yeryüzünde halife kılınmış (Bakara,2/30); ona izzet ve şeref kazandırılmış olduğunu ( İsrâ,17/70); ve fakat öte yandan insanın, zayıf olarak yaratılmış olduğunu(Nisâ, 4/28);bozgunculuk yapan ve kan döken bir varlık olduğunu(Bakara,2/30);apaçık bir düşman olduğunu (Nahl,16/4); çok nankör olduğunu (İsrâ, 7/67); çok cimri (İsrâ,17/100), pek aceleci (İsrâ,17/11), çok zalim ve cahil olduğunu (Ahzap,33/72) hükme bağlamıştır. Kur’anın, insan için bu olumlu ve olumsuz hükümleri ne anlama geliyor.? Bu ikilemi nasıl açıklayabiliriz:
Hak Tealâ, insanoğlunu tek düze yaratmamıştır. Robot gibi bir tek insan türü yoktur.. Aklı aynı, fikri aynı, karakteri aynı, duyguları aynı, nefsi-vicdanı aynı tek bir insan modeli yoktur. Dünya’da kaç milyar insan varsa o kadar da ayrı veya birbirine benzer karakter, vicdan, nefis sahibi, değişik insanlar vardır. Allah Tealâ, her insana akıl-fikir- vicdan- nefis- duygu vermiş ve yaşam seçimini ona bırakmıştır. İşte bu seçim sırasındaki tutum ve davranışlarına göre, amellerine göre; doğru yolda veya dinen yasaklanmış yanlış yolda yürümelerine göre yücelere çıkarılmış insanla, aşağılara indirilmiş, düşürülmüş olanlar başkadır! Aşağılanmış, düşürülmüş olanlar, Cenab-ı Allah’ın verdiği aklı, fikri, iradeyi, vicdanı, iyi-has duyguları kullanarak iyiyi, güzeli, doğruyu, sırat-ı müstakîmi seçmeyenlerdir; imân edip salih ameller işlemeyenlerdir; Cenab-ı Allah’a ibadet etmeyen, O’na şükretmeyen, O’nu zikretmeyenlerdir; ihsan ve ihlâs içinde davranmayanlardır; seçimini kötü yolda yapanlar, nefsine ve kışkırtıcı şeytana uyanlardır. Nitekim bizzat Ayet-i Kerime bu istisnayı koymuştur: “Biz, gerçekten insanı en güzel bir biçimde yarattık. Sonra da onu, aşağıların aşağısına indirdik. Ancak iman edip salih ameller işleyenler başka. Onlar için devamlı bir mükâfat vardır.!” (Tin,95/4-6). Allah Tealâ, başka bir ayette de, yukarıda belirttiğimiz yaratılış niteliklerine göre, insanları farklı yarattığını; verdiği nimetler konusunda sınamak için bazı insanları diğer bazılarına karşı derece derece üstün kıldığını En’âm, 6/165); dilediği kimsenin derecesini yükselttiğini (En’âm, 6/83) buyurmakta ve “Herkesin amellerine göre dereceleri vardır.” (En’âm, 6/132) hükmünü vermektedir. İşte insanlar arasındaki derece farkları, en üstün dereceden en aşağı dereceye kadar yani meleklerin özeneceği tipten, şeytanın, bazı insanlara bakıp da insan olarak yaratılmadığı için şükredeceği tipe kadar farklı olabilmektedir.
Özet olarak söylemek gerekirse, insanoğlu her ne yaparsa kendisi, bizzat kendisine yapmaktadır. Gerek topluma karşı gerekse Allah Tealâ’ya karşı kendisini vezir de yapan, rezil de yapan yine kendisidir!
Cenab-ı Allah, cümlemizi nefsimizi ıslâh etmeye, şeytanın vesveselerine karşı koyabilmeye; Allah Tealâ’yı zikretmeye, O’na daima şükretmeye ve en güzel şekilde ibadet etmeye muvaffak buyursun! Böylece, yaratılış fıtratımızda olduğu üzere, yaratıkların en şereflisi olarak kalabilmeyi nasip ve ihsan buyursun! Âmîn!
YALANCI ŞAHİTLİK .
İslâm’da şahitliğe büyük önem verilmiştir. Gerektiğinde şahitliği yerine getirmek dinî bir görev ve farz, şahitlik yapmamak veya yalancı şahitlik yapmak ise büyük günahtır ( Mustafa Güney,Yalan Yere Şahitlik s.399)
Yalancı şahitlik; doğruyu söylememek, yalan-yanlış şeyler söylemek suretiyle adaletin doğru şekilde tecelli etmesinin engellenmesi; haklı olan tarafın haksız çıkarılması ve bu suretle kul hakkının geçmesine sebep olunmasıdır. Tanrı huzurunda bu büyük bir günahtır ve Cenab-ı Allah’ın, kendisinin affetmeyeceği, ancak helâlleşmek ve tövbe etmek suretiyle mağdur olan kişinin affedebileceği veya affedilmesine vesile olabileceği bir günahtır
İslâm dininde, yalan söylemeye, yalan yere yemin etmeye izin verilmemiştir. Şayet bilmeden böyle bir duruma düşmüş isek hatamızı anladığımız zaman hiç beklemeden günahlarımızı bağışlaması için Allah’a tövbe etmeli, üzerimizde kul hakkı var ise hak sahipleriyle dünyada iken helalleşmeliyiz.(Dr.Hamdi Tekeli, Yalan Yere Yeminden Sakınalım, Kur’ân’dan Öğütler 2, D.İ.B.Yayını, s. 402 )
Toplumun huzuru, insanlar arasında adaletli olmaya ve insan haklarına saygı duymaya bağlıdır. Dirliği, birliği ve bütünlüğü temsil eden “mülk”ün temeli, adalettir. Adaletin destek ve payandası ise doğru şahitliktir. Doğru şahitliğin olmadığı yerde adalet yanılır ve haklı haksız, haksız da haklı çıkar.
Bilerek yapılan yemin; hiçbir gereği yok iken, boş yere, gerçek olmayan sözlerine sahicilik ve doğruluk payı kazandırmak için ve böylece başkalarını aldatma aracı olarak kullanmak amacıyla bilerek ve isteyerek yapılmış olan yemindir. Allah Tealâ bunu hoş görmemekte, kınamakta ve cezasını
YALAN YERE BİLE BİLE YEMİN ETMEK.
Yemin; dinî bir kavram olarak, bir kimsenin, Allah’ın adını anarak sözünü kuvvetlendirmesi demektir. “ Vallahi, billahi, tallahi, Allah şahit, Allah hakkı için, Allah adına yemin ederim v.s.” gibi ifadeler bu tür sözlerdir. Yeminin üç türü vardır:
-Yanlışlıkla, boş bulunarak, bir kasıt bulunmaksızın, günlük hayatta dil alışkanlığı sebebiyle söz sırasında “Vallahi” şeklinde söylenen sözlerle yapılan yeminler. Bunlar için herhangi bir kefaret gerekmez.
-Kişinin, gelecekte bir şeyi yapacağına veya yapmayacağına dair ettiği yemin…Bu yeminin yerine getirilmesi, yemine uyulması gerekir. Yeminin bozulması halinde kefaret gerekir.
-Bile bile, yalan yere edilen yemin. Bu tür yemin büyük bir vebaldir; bu tür yeminler kefaretle temizlenemez.Tövbe ve istihfâr gerekir.
İNSANOĞLU
Hiçbir hayvan boş yere cana kıymaz,
Sen hariç ey canavar insanoğlu!
Acıkmadan buna ihtiyaç duymaz,
Sen hariç ey canavar insanoğlu!
Kâh çıldırır bora gibi esersin,
Ana-baba-kardeş demez kesersin!
Yetmiş iki sülâleni üzersin,
Şeytan tiksinir senden ademoğlu!
Bazen içinde bir melek gizlersin,
Peygamber yaşantısını izlersin,
Vicdanınla nefsini hep yüzlersin,
Melek özenir sana insanoğlu!
Bazen kin-gıybet-nefret senin işin!
Döver-söversin dayanamaz eşin!
Kimse sahip çıkmaz hor kalır leşin,
Şeytan tiksinir senden ademoğlu!
Bazen zikir-şükür-merhamet-şefkat,
Has amel-dua-tövbe-sabır-infak,
Sevgi-saygı-ol Muhammedî ahlâk,
Melek özenir sana insanoğlu!
İyi-kötü olmanın yoktur yaşı,
Kötülükte nefistir elebaşı!
Terbiyede sorumludur her kişi,
OYTAN’ım, bunda zayıftır ademoğlu!