Sevgi, Yüce Yaratan’ın, mahlûkata bahşettiği ilâhî bir lütuftur, nimettir!. Sevgiyi kullarının kalbine yerleştiren Yüce Rabbimiz, özü itibariyle bütün sevgilerin kaynağıdır. O, Vedûd’dur: çok muhabbetli, çok şefkatlidir; hem seven hem sevilendir.! Bu sevgi, şevkât ve muhabbet sayesinde tüm varlıklara rızık verir. Bu sınırsız sevgi ve merhameti ile biz kullarına yardımcı olur ve bizi bağışlar! Allah Tealâ, sınırsız lütuf ve kerem sahibidir. O, kulunu sevdiğinde kendisinden istediğini ona verir. Kendi rahmetine sığındığında onu korur. Bağışlanma dilediğinde onu affeder. Yeter ki kul istemeyi bilsin; rabbine iltica eylesin!
Mümin kişinin yüreği de her daim Allah sevgisi ile titrer. Bu sevgi sadece kalpte hissedilen bir duygu olarak kalmaz, tutum ve davranışlara, söz ve düşüncelere de yansır. Kalbini Allah sevgisi kuşatan bir mümin, rahmeti kuşanır. O, emindir, O’ndan endişe edilmez! Allah’ı sevenlere, Allah için birbirini sevenlere asla korku ve hüzün yoktur!
Allah sevgisinin yer aldığı kalpde başka sevgilere de yer olur mu? Acaba, Allah sevgisi kalpteki tüm sevgi haznesini doldurur da, başka sevgilere, başka varlıkların sevgisine hiç yer kalmaz mı? Peygamber Efendimizin, bununla ilgili çok güzel bir hadisi şerifi vardır: Bir gün Efendimiz, Hz. Ali’ye sorar:
-“Ya Ali Allah’ı seviyor musun?
-Evet ya Resulallah!
-Peki beni seviyor musun?
- Evet ya Resulallah!
-Peki eşini seviyor musun?
-Evet ya Resulallah!
-Peki çocuklarını seviyor musun?
-Evet ya Resulallah!
-Peki bunların hepsini bir kalpte nasıl taşıyorsun?
Hz. Ali, beklemediği bu soru karşısında şaşırmış ve cevap verememiştir. “Bunu düşünmek gerek!” diyerek oradan ayrılmıştır. Hz. Ali düşünceli bir şekilde dolaşırken eşi Hz. Fatıma, düşünceli olduğunu fark ederek sorar. “Nedir bu halin ya Ali? Eğer bu düşünceliğin dünyevî kaygılardan dolayı ise sana yakışmaz, bırak gitsin; yok, bu halin Rahmanî kaygılardan dolayı ise anlat, birlikte çözüm bulmaya çalışalım”. der. Hz. Ali, Efendimizle arasında geçen konuşmayı anlatır. Hz. Fatıma:
- Ya Ali, babama git ve de ki: “Kişi Allah’ı aklıyla ve ruhuyla sever, Peygamberimizi kalbiyle sever; eşini nefsiyle sever, çocuklarını şefkâtiyle sever” demiştir. Hz. Ali, Peygamber Efendimize gelerek, Hz. Fatıma’dan öğrendiklerini anlatır. Efendimiz:
- Ya Ali, bu bana getirdiğin gül, nübüvvet ağacından koparılmıştır!” der. (Tırmizi’den nakleden, Umut Atay, a.g.e.s.17-18)
İnsanın sahip olduğu en büyük hazine, sihirli duygu “sevgidir”; Cenab-ı Allah’ı(c.c.) , Peygamber (s.a.s.) Efendimizi, O’nun Ehlibeytini sevmektir! Allah’ın sevdiklerini, değer verdiklerini sevmektir!. Allah için birbirini sevmektir! Böylece, bu ruh haline kavuşmuş olarak tabii ki birbirimizi sevmektir; insanları, hayvanları, bitkileri, taşı-toprağı, çiçeği-böceği, kısaca tümüyle doğayı sevmektir; yaşamı sevmektir. Karşılıksız, beklentisiz olarak, bizatihî insan olduğu, hayvan olduğu, bitki olduğu, taş-toprak olduğu için, kısaca Allah Tealâ tarafından yaratıldığı için sevmektir! Büyük Derviş Yunus’un ifadesi ile “Yaratılanı Yaratan’dan ötürü sevmektir.!” Her yöne, her yana, her şeye sevgiyle bakmaktır. Duyulan sevginin ruhumuzu titretmesidir; sevmek-sevilmek-gönüllere sevgi ekmektir; aç-susuz kalsan da sevgisiz kalmamaktır; bir ilâhî aşk nağmemizde belirttiğimiz gibi tüm insanlığa sevgi taşımaktır.!
Tüm mü’minlere durmadan taşırız,
Yükümüz sevgidir, özümden sevgi,
Kırklar Meclisinde lokma bölüşürüz,
Gönlümden sevgi akar sözümden sevgi!
İslâm Dini, dolayısıyla Hz. Peygamber (s.a.s.) Efendimiz, sevgiye, sevmeye-sevilmeye o kadar önem veriyor ki: “İmân etmedikçe Cennete giremezsiniz; birbirinizi sevmedikçe de kâmil imân etmiş olmazsınız.!” .( Ebu Davud, Edeb, 130, 131) buyuruyor.! Neredeyse birbirimizi sevmenin imân etmiş olmanın ön şartı olarak görüyorlar.!
Sevgi insanın en büyük hazinesidir. Sevgi insanın, hatta her canlının, hayvanların dahi bizatihî fıtratında vardır, doğuştan gelen bir haslettir. Allah Tealâ doğuştan yüreğimizi sevgi ile yüklemiş, şarj etmiştir. Ne var ki insanoğlu bu hazinesini, bu değerini, bu özelliğini kullanmakta son derecede cimri, hasis, kıskanç davranmaktadır. Aman haa kullanırsam biter diye korktuğu için değil! Çünkü sevgi içimizdeki öyle bir kaynaktır ki harcadıkça, kullandıkça, eksildikçe artar, çoğalarak akar, daha gür akar.!.
Sevgi yaratılıştan getirdiğimiz, Allah vergisi bir duygudur: Fıtratın, insandan istediği iyiyi, güzeli, doğruyu v.b. seçmesidir; iyi bir kul, iyi bir evlat, iyi bir vatandaş olmasıdır. Ne var ki bu yolda insanın karşısına çıkan bir çok engelleyiciler vardır: Birinci engel, nefistir!. Nefis, engellerin başında gelir! Sürekli olarak olumsuz telkinlerde bulunan, kötüyü-kötülüğü teşvik eden nefis! Nefs-i emmare! İkinci engel şeytandır! Sanki aralarında işbirliği yapmış gibi, şeytan ve nefs-i emmare, insanı durmadan kışkırtır. Böyle bir etki altındaki insan hatalarını ve bunların yaratacağı sonuçları göremez; hatta görse bile bunları savunur, doğru yaptığını ileri sürer; öz eleştiri yapmak bilinci ve ruhu gelişmemiştir bu tür kişilerde! Nefsini lider konumuna getirmenin ve onun peşinde gitmenin cinsiyeti yoktur: Hem kadın hem erkek nefsaniyet yönelişine kapılmış olabilirler! Nefs-i emmare, maazallah insanı gaflete düşürür! Gaflet nedir ? Gaflet, nefsin arzularına uymak suretiyle Allah’tan uzaklaşmaktır! Allah’tan uzaklaşarak gidilecek yön, düşülecek yol, insanı doğrudan doğruya Cehenneme ulaştırır! O halde nefsimizi ıslâh etmeliyiz..
Nefis ıslâh olup muma çevrilir,
Ol Tanrı’yı zikirle, hep zikirle!
TAPTUK EMRE’den BİR SÖZ.
Yunus Emre Hazretlerinin Şeyhi Taptuk Emre Hazretleri şöyle buyuruyor:
“Aşkla yürüyen sırtında dünya taşır; aşksız yürüyen, beden diye ceset taşır !”
ALLAH TEALÂ’NIN SEVDİĞİ VE
SEVMEDİĞİ ŞEYLER.
İnsanoğlunun, Cenab-ı Allah’ın kendisinden beklediği, istediği, emrettiği, yasakladığı, hoşuna gittiği-sevdiği her türlü tutum ve davranışları göstermesinin nihaî amacı Allah Tealâ’nın rızasını kazanabilmektir!
Cenab-ı Allah’ın insanı en şerefli varlık olarak yaratmasının; ona akıl, fikir, irade, vicdan ve nefis vermesinin; yeryüzünde kendisini vekil tayin etmesinin; canlı ve cansız tüm varlıkları, tüm yaratılmışları ve tüm imkânları da emrine vermiş olmasının sebebi hikmeti işte budur! Bu kadar büyük değer vermiş olduğu insanoğlunun, havada, suda, karada, kısaca tüm doğada emrine amade kılınmış havanın, suyun, ısının, yiyeceklerin-içeceklerin; güzel kokuların, rengârenk güzelliklerin karşılığında Allah Tealâ’ya ücret ödeyerek, karşılığını vererek memnun etmesi, rızasını alması mümkün olmadığına göre insanoğlunun yapması gereken şey Allah’ın rızasına mazhar olabileceği davranışlarda bulunmasıdır. Yukarıda anlattığımız gibi hayatın akışı içinde bu tür davranışların sınırı yoktur: Bunları yapamayanların kalbinden, yüreğinden, vicdanından iyilik yapmayı arzu etmesi, niyet etmesi, tanısın-tanımasın sıkıntıdaki bir kulun yüzünün gülmesini içten arzu etmesi, başkasını kıskanmaması, aksine daima başkalarının iyiliğini istemesi v.b. duygu ve düşünceler de Cenabı Allah’ın hoşuna gider, sever.
ALLAH TEALÂ’NIN SEVDİKLERİ:
- “…Allah, sabredenleri sever”(Âl-i İmrân,3/146);
- “…Şüphesiz Allah tevekkül edenleri sever” (Âl-i İmrân,3/159);
- “…Şüphesiz Allah, kendisine karşı gelmekten sakınanları sever” (Tevbe,9/4);
- “…Şüphe yok ki Allah, hıyanetten sakınanları elbette sever” (Tevbe,9/7) ;
- “…Şüphesiz Allah adil davrananları sever (Mümtehine,60/8)
- “…Allah, adaletli davrananları sever” (Hucurât,49/9) ;
- Allah, İyilik yapanları sever”(Âl-i İmrân,3/134 ve Mâide,5/13- 93))).
- “Allah, güzel davrananları sever”(Âl-i İmrân,3/148).
- Rabbimiz, Resûlüne uyanları (Al-i İmrân,3/31), muhsinleri(Bakara,2/195), tövbekârları ( Bakara,’/222),takva sahiplerini ( Al-i İmrân,3/76),.adaletli olanları(Maide,5/42), çok temiz olanları (Tevbe,9/108), Allah yolunda çalışanları (Saff,61/4) sevdiğini bildirmekte; sevdiği kullarına: “ İyi biliniz ki; Allah’ın dostlarına korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.”(Yunus,10/62) müjdesini vermektedir.