Allah’ı bilmek, Allah’ı sevmek, O’na bağlanmak ve kulluğuna razı olmak, kendini bilen ve bulan kimsenin varacağı son duraktır.! Din, bize sonradan öğretilen, dıştan zorlama ve baskıların bir ürünü değildir. Dinin kökü, kaynağı, çekirdeği, yaratılışımızın özündedir, fıtratımızdadır.…
- Kur’an Orijinaldir, Allah’ın sözleridir. Oysa İnciller, Hz. İsa’dan sonra 2. Asırda, yani Hz. İsa’nın ölümünden sonra 140-170 sene sonra, kendilerine vahiy gelmeyen kişilerce yazılmıştır:
Kur’an’ı Kerim, hiç değiştirilmeden orijinal hali ile günümüze kadar ulaşmıştır. Oysa Hristiyanlığın kutsal kitapları olan Matta İncili, Markos İncili, Luka İncili, Yuhanna İncili adındaki 4 incil, Hz. İsa’ nın ölümünden 140- 170 sene sonra yazılmışlardır. Bu yazımlarda tamamen halk arasındaki söylentiler esas alınmış; hiçbir canlı görgü veya duygu tanığı mevcut olmamıştır ( Maurice Bucaille, Tevrat, İnciller ve Kur’an, D.İ.B.Y., s.126-128)
Vahiy, Hz. Muhammed (s.a.s.)’e, Vahiy Meleği (Cebrail) tarafından Kur’an ayetlerinin, bazı yollarla vahyedilmesi suretiyle gelmiştir. Hz. Muhammed (s.a.s.), kendisine nâzil olan ayetleri hemen vahiy kâtiplerine ezberletir; kendisi de ezberler ve yine kâtiplere deve ve ceylan derilerine v.b. yazdırarak mensup oldukları sûrelerdeki yerlerine koydururdu. Böylece Kur’an’ın ayetleri de, sûreleri de bizzat O’nun tarafından tertip olunmuşlardır. Hz. Peygamber’in sağlığında, Kur’an, bir cilt halinde toplanmamış ise de kâmilen ezberlenmiş, parça parça yazılmış ve huzurunda tilâvet edilmiştir.
Hz. Ebu Bekir, daha önce parça parça yazılmış ve kâmilen ezberlenmiş olan Kur’an’ı, bir cilt halinde toplamıştır. O nüshaya “Mushaf-ı Şerif” denir. Hz. Osman ise, tek cilt halinde toplanmış olan Kur’an’ı nüshalar halinde aynen yazdırıp çoğaltmış ve İslâm merkezlerine göndermiştir.
2-İslâm’da Tevhid Esastır: “İslâm inancına göre Allah, bütün insanları, kendisinin yüce ve aşkın olan varlığını ve birliğini tanıma yeteneğine sahip biçimde yaratmıştır. Bu tüm insanlarda ortak olan bir doğal kabiliyet ve fıtrattır… Allah’ı biricik Tanrı, Râbb ve otorite olarak tanımak, her çeşit ortağı O’ndan uzak tutmak ve birliğini kararlı şekilde doğrulamakla gerçekleşen tevhit, İslâm dininin en önemli özelliğidir. İslâm, bu özelliğiyle hem İslâm öncesi cahiliye putatapıcılığından, hem Yahudilik ve Hristiyanlık gibi dinlerin sonradan bozulmaya uğramış şekillerinden, hem de Mecusilikten ayrılır”( A.Saim Kılavuz, ,Gençliğin İslâm Bilgisi, Allah’ı Bilmek,s.42)
3-İslamda Ruhban Sınıfı Yoktur: İslâm inancına göre, Hristiyanlıkta olduğu gibi“ruhban sınıfı” adıyla kul ile Allah arasında bir zümre bulunmamaktadır.Din bilginlerinin görevleri sadece bildiklerini bilmeyenlere öğretmektir. Bunun dışında din bilginlerinin başkaları üzerinde, kendilerine din tarafından verilen “dinî” bir üstünlük ve hâkimiyetleri yoktur.İslâm’da her mümin doğrudan doğruya Cenab-ı Hakka muhataptır; doğrudan O’na tapar, O’na ibadet eder, O’na dua eder ve doğrudan O’ndan dilekte bulunur, .(prof.Dr.Ferhat Koca, İslâma Giriş,Ana Konulara yeni yaklaşımlar, İbadet;İnsani varoluşun Anlamı, Diyanet İşleri Baş.Yayını, 2007, s.260).
4-İslâm dininde bütün peygamberlere inanmak esastır. Hiç bir ayırım yapmadan peygamberlerin Allah’ın resulü olduklarına inanırız. İşte İslâm dininin diğer dinlerden, örneğin Hristiyanlıktan ayrıldığı önemli bir esas da budur! “Peygamber, Rabbinden kendisine indirilene imân etti, müminler de (imân ettiler). Her biri; Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine imân ettiler ve şöyle dediler: O’nun peygamberlerinden hiçbirini (diğerinden) ayırt etmeyiz…” ( Bakara 2/285)
Peygamberlerin evveli Adem Safiyullâh, ahıri bizim peygamberimiz Hazreti Muhammed Mustafa Efendimiz olduğuna; bu ikisinin ve bu ikisi arasındaki gelip geçen peygamberlerin hak ve gerçek olduğuna; bunların cümlesine inanmak ve imân etmek; dilimizle ikrar, kalbimizle tasdik etmektir. Müslümanlar, peygamberler arasında hiçbir ayırım yapmadan hepsinin hak peygamber olduğuna inanırlar. Allah Tealâ böyle emretmiştir: “Şüphesiz Allah’ı ve peygamberlerini inkâr edenler, Allah’a inanıp peygamberlerine inanmayarak ayırım yapmak isteyenler, ‘(Peygamberlerin) kimine inanırız, kimini inkâr ederiz’ diyenler ve böylece bu ikisinin (imanla küfrün) arasında bir yol tutmak isteyenler var ya; işte onlar gerçekten kâfirdirler…”( Nisâ,4/150-151)
5-İslâmda Vaftiz Yoktur: Yine Hristiyanlıkta, yeni doğan çocuk için, ilk günahın neden olduğu manevî kirlenmişliğin silinmesi için ve Hz. İsa’nın Kilisesine girmenin hukuksal ve kutsal göstergesi olarak “vaftiz” denilen ve su serpmek veya suya batırmak suretiyle yapılan bir arınma töreni yapılır ( Büyük Larusse,C.23,s.12058). Baba-oğul ve Ruhu’ l Kudüs adına yapılan bu işlemin, çocuğu aslî günahtan kurtaracağına inanılır (Kur’an’ı Kerim, D.İ.B. Yayını,Bakara Suresi,s.20, Dipnot 28’deki açıklama.) Dolayısıyla “vaftiz”, çocukların günahından kurtuluşu için vazgeçilmez nitelikte ve yenilenmeyen bir eylemdir. (Meydan Larousse,C.20, s.50)
Oysa, İslâmi anlayışa göre yeni doğan bir çocuk saftır, kusursuzdur, mazlumdur, günahsızdır, temizdir, bizatihî yaratılışı itibariyle iyidir, iyilikseverdir! Çünkü Allah Tealâ insanı yaratıp, şekillendirip ona kendi ruhundan üflemiştir: “Sonra onu şekillendirip ona ruhundan üfledi!”(Secde,32/9) Bu nedenle, İslâm inancına göre, insanın yaratılış fıtratı Hak Tealâ’ya îmân üzeredir. Her insan fıtrat üzere doğar. “Fıtrat”, insanın, imana ve iyiliğe meyilli bir yaratılış özüne sahip olması; insanın yaratılıştan-doğuştan getirdiği tevhide yönelme özelliği demektir! Şu halde İslâm inancına göre insan, doğuştan getirdiği vasıflar, hasletler, özellikler gereğince; kaynağını Allah’tan alan, O’nun kendi ruhundan üflediği ruhanî varlığı itibariyle hastır, temizdir, saftır, masumdur, günahsızdır, tevhide yönelmiştir, Allah Tealâ’ya îmân etmeye hazır ve meyletmiş vaziyettedir.! İşte bu fıtrat üzere yeni doğan bir çocuğun aklı selim sahibi olacağı yaşlarda, Cenab-ı Allah herkese olduğu gibi ona da hitaben şu direktifi vermektedir: “Hakka yönelen bir kimse olarak yüzünü dine çevir. Allah’ın insanları üzerinde yarattığı fıtrata sımsıkı tutun…!” (Rûm,30/30). Hz. Peygamber (s.a.s.)’in şu hadisi de insanın aslına işaret etmektedir: “Dünyaya gelen her insan, fıtrat üzere doğar; sonra anne babası onu Yahudi, Hristiyan, Mecusi yapar.” (Buhari, Cenaiz,79,80,93; Müslim, Kader,22-25) Anlaşılıyor ki, Müslüman olmayan veya Müslüman olmasına rağmen inançlı olmayan ana-babalar veya ruhban sınıfı, çocuğun, fıtraten meylettiği, gitmek istediği doğru yoldan saptırmaktadırlar. Oysa, insan, ancak, bu aslını yani fıtratını, kendisini yaratan ile olan iletişimi sayesinde korur ve sürdürürse, yaratılış amacına uygun bir hayat sürmesi mümkün olabilir.(Cafer Karadaş, Gençliğin İslâm Bilgisi, s.72-73). Doğuştan itibaren ana-baba, çocuğu fıtratına uygun olarak yetiştirip, islâmî emir, ilke ve kuralları öğretmesine rağmen reşit olan ve artık ana-babayı dinlemeyen bazı genç adamlar, ne yazık ki, giderek, çevrenin, arkadaşların, kolejlerin ve mahalle baskısının etkisi ile fıtraten getirdiği değerleri bırakabilmekte veya zayıflatabilmektedirler.
Oysa bu saptırmalar veya sonradan sapmalar olmasa, yeni doğan her çocuk, fıtraten doğuştan getirdiği temizliği, saflığı, günahsızlığı, îmân üzere hazır olmasını devam ettirecek, hiçbir aracı sınıfa (ruhbân) ihtiyacı olmadan Kur’an’ın ışığında Allah’ın emirlerine uyarak yönünü dine (İslâma) çevirecektir.İşte fıtratında bu eşsiz özellikler bulunan insan, aklı selim sahibi bir kişi olduğunda tam bir kavşağa varmış demektir: İslâm inancına göre bu olgunluğa erişmiş olan kişinin bir seçim yapması gerekir: Yukarıda da izah ettiğimiz gibi İslâm fıtratı üzere doğan kişi, seçimini, İslam’dan yana; doğruluktan, güzellikten, iyilikten, infaktan, mütevazilikten; ibadetten, duadan, tövbeden, şükürden, zikirden v.b. yana yapabilir! Yahut ta tam aksine bir seçimle yanlış yöne gidebilir! Seçim insana bırakılmıştır.
6-İslâm Akıl Dinidir.
Hristiyanlık, sadece imân etme dini olduğu halde İslâm dini imân etme ve akıl dinidir: Örneğin Hristiyanlıkta Hz. İsa’nın hem Allah, hem de Allah’ın oğlu olduğuna inanılır; bu, tamamen akıl ve mantığa aykırıdır. Oysa İslâmda bu şekilde aklın kabul etmeyeceği bir inanç yoktur: Yukarıda belirtildiği üzere, İslâm, aklın, fikrin, idrakin yolundan gitme dinidir; düşünme, tefekkür etme dinidir. Cenab-ı Allah, Kur’anı kerimde 47 ayette, olayları, doğal oluşumları, gelişmeleri, davranışları, mucizeleri anlattıktan sonra çarpıcı bir şekilde sorular sorup insanoğlunu sarsmaktadır! Hatta bazı ayetlerde söz tutmadığı için insanı ağır şekilde azarlamaktadır: