Sivas yüzyıllardır yetiştirdiği din adamları, hak âşıkları ve bilim adamları ile dikkatleri üzerine çeken bir şehir olmuştur. İlme ve ilim adamına verdiği değer elbette bu itibarında önemli bir rol üstlenmiştir. Sivas, tarih boyunca, dünya tarihine yön veren birçok ismi yetiştiren bir ilim ve kültür merkezi olmuştur. İşte ilmi ve ahlakî anlamda İstanbul´un fethi ve sonrasında etrafında toplanan birçok insanı etkilemeyi başarmış tarihi şahsiyetlerden biri de İbrahim-i Tennûrî´dir.
İbrahim-i Tennûrî, Sivaslı Sarraf Hüseyin Efendinin oğlu olarak Sivas´ta dünyaya teşrif etmiştir. (Âlî, Künhü´l-Ahbâr, İÜTY, No:5961, vr.163 b.) İlk tahsilini Sivas´ta tamamlayan İbrahim-i Tennûrî, Konya´ya giderek Mevlana Sarı Yakup´tan tahsilini tamamlamış, hocasının vefatının ardından 1438 yılında Kayseri´ye gelerek Hunat Hatun Medresesi´nde müderris olmuştur. (Âlî, Künhü´l-Ahbâr, vr.163 b.) Bu medresenin vakfiyesinde burada ders verecek hocaların Hanefî mezhebine mensup olmaları şart koşulduğu ve kendisi de Şafi mezhebine mensup olduğu için ayrılmıştır. (Bu sırada meydana gelen bir olay şöyle anlatılmaktadır: ?Efendim! Hanefî mezhebine girseniz de müderrisliği bırakmasanız, şeklindeki ricalara İbrahim Tennûrî Hz.leri: ?Bir müderrislik için de, bir mezhep değiştirilmez? şeklinde cevap vermiştir. Lâmi Çelebi, Nefâhatü´l-Üns Tercümesi, s.688?691.)
İbrahim-i Tennûrî, ilmî anlamda böyle kemal bir noktaya ulaşmasına rağmen manevî dünyasını da güzelleştirme ve süsleme amacını hiçbir zaman kaybetmeyen bir kimsedir. İlk başta manevî tedris için Erdebil şeyhlerine gitmeyi düşünmüş ama zamanının önde gelen ismi Akşemseddin´in (ö.1459) tesiri ve etkisi altında kalarak ona yönelmiş ve ona mürit olmuştur. Akşemseddin ile İbrahim-i Tennûrî´nin karşılaşması ile ilgili olarak şöyle bir olay anlatılır: ?Akşemseddin hem tıp ilminde hem de tasavvufta zirve bir şahsiyet olduğu için her ziyaretine gelen kendisine hastalıklarla ilgili sorular yöneltmiştir. Akşemseddin kendisine müracaat edenlerin dertlerini dinledikten sonra her birine bir ilaç vererek tavsiyelerde bulunmuştur. İbrahim-i Tennûrî, der ki: ?Herkes dağılıp biz baş başa kalınca Akşemseddin bana: ?Şaşılacak şey! Her gelen beden hastalıklarından şikâyet eder; içlerinde bir tane gönlüm hasta diyen yok aşk devasını isteyen yok!? diye şikâyette bulunarak bana baktı ve ?Senin hastalığın nedir?? diye sordu. Ben de: ?Kayseri´de müderristim. İçimde bir ateş peyda oldu. Bu gizli derde derman aramağa geldim´ dedim. Akşemseddin Hz.leri: ?Ehlen ve sehlen! Hoş geldin! Fakat bize ne armağan getirdin?? diye sordu. Ben dünyevî armağan sanıp elimin boşluğundan pek çok utandım ve utanç teri ile boğuldum. ?Ey sultanım! En gönlü ve yüzü kara bir kimseyim! Hiçbir armağanım yoktur? dedim. Akşemseddin Hz.leri benim utandığımı anlayınca: ?Armağan dediğim dünya armağanı değildir, senin bize armağanın doğru rüyadır? buyurdu. Ben de, o büyük armağandan elim boş olduğunu yüce huzura sunulacak bir rüya görmediğimi arz ettim. Bunun üzerine halvet, buyurdu. İlk gecede dört yüz rüya gördüm.? (A. Rıza Karabulut- Ramazan Yıldız, Gülzâr-ı Manevî ve İbrahim Tennûrî, Elif Matbaası, Kayseri 1978, s. 7-8.) İbrahim-i Tennûrî, Akşemseddin´in gözetiminde seyr ü sülûkünü tamamlayarak icazet almış ve Kayseri´ye irşat için gönderilmiştir. (Ethem Cebecioğlu, Hacı Bayram Veli, TDVY, Ankara 1999, s.64; Selçuk Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatlar, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, İstanbul 2001, s.412.)
Kendisine ?Tennûrî´ denilmesinin sebebi olarak birkaç hadise anlatılmaktadır. Bunları şöyle özetleyebiliriz:
a- Babası Sarraf Hüseyin Efendi´nin ?Tennûr´ isimli kasabadan olduğu için.
b- Kendisinde hararet fazlalaştıkça aksine olarak sıcak Tennûr´a (Tandıra) girer, iyice terler ve böylece sıkıntılarını giderdikleri için. (S. Nüzhet Ergun, Türk Şâirleri, c.I, s.122?127.)
c- Kendisi tıp ilminde de söz sahibi bir kimseydi. Kabız hastalarını bir tennûr üzerine oturtarak tedavi ettiği için. (Hüseyin Vassâf, Sefîne-i Evliyâ, Haz: Mehmet Akkuş-Ali Yılmaz, Kitabevi Yayınları, İstanbul 2006, c.II, s.456. Mustafa Uzun, Sahabeden Günümüze Allah Dostları, Şule Yayınları, İstanbul 1998, s.420.)
İbrahim-i Tennûrî kendisinden sonra bu yolu devam ettirecek halifeler de yetiştirmiştir. Halifelerini şöyle belirtebiliriz:
a- Akşemseddin´in en küçük oğlu Muhammed Hamdullah Efendi (ö. 1503).
b- Şeyh Yavsî Muhyiddin Muhammed İbn Mustafa İskilibî (ö.1514). (Vassâf, Sefîne-i Evliyâ, c.II, s.466?467.)
c- Şeyh Kâsım İbn Şeyh İbrahim Tennûrî (ö.?).
d- Şeyh Lütfullah İbn Şeyh İbrahim Tennûrî (ö.1508).
e- Şeyh Ali Sultan İbn Şeyh İbrahim Tennûrî (ö.1515).
İbrahim-i Tennûrî´nin günümüze ulaşan şu üç eserinden bahsetmemiz yerinde olacaktır:
1- Gülzâr-ı Ma´nevî:
Bu kitabını Akşemseddin´in isteği üzerine kaleme almıştır. Eser fıkhî ve tasavvufî yönü ile son derece dikkat çekicidir. Gerek halk düzeyinde (Karabulut- Yıldız, Gülzâr-ı Manevî ve İbrahim Tennûrî, Elif Matbaası, Kayseri 1978.) gerekse akademik anlamda (Mustafa Demirel, Gülzâr-ı Manevî, Çağrı Yayınları, İstanbul 2005, s.1?279.) dilimize kazandırılmış kıymetli bir eserdir.
2- Gülşen-i Niyâz:
İbrahim-i Tennûrî´nin divanının diğer ismidir. Bu eser de dilimize kazandırılmıştır. (Rasim Deniz- Ali Rıza Karabulut, İbrahim Tennûrî Divanı, Gülşen-i Niyâz´dan Seçmeler, Kayseri 1983,s.7?147.)
3- Şiirleri:
Çeşitli kaynaklarda İbrahim-i Tennûrî´ye atfedilen şiirler vardır. Bunların kimisi gerçekten İbrahim-i Tennûrî´ye ait olmakla birlikte bazıları İbrahim Efendi tarafından istinsah edilmesi sebebiyle İbrahim Efendi´ye mâl edilmiştir. İbrahim Tennûrî şiirlerinde ?Âşık? mahlasını kullanmıştır. (Demirel, Gülzâr-ı Manevî, s.XXIII.)
Sözü daha fazla uzatmadan Sultan Şehrin/Sivas´ın yetiştirdiği bu gönül insanına Mevlâ´dan rahmet dileyerek ve içeriği son derece zengin bir ilâhîsi ile çalışmamızı sonlandıralım:
?Cana cefa ya kıl vefa
Kahrında hoş lütfun da hoş
Ya derd gönder ya deva
Kahrında hoş lütfun da hoş
Hoşdur bana senden gelen
Ya hil´atü yahud kefen
Ya taze gül yahud diken
Kahrında hoş lütfun da hoş
Gelse celalünden cefa
Yahud cemalünden vefa
İkisi de cana safa
Kahrında hoş lütfun da hoş
Gerek ağlat gerek güldür
Gerek dirilt gerek öldür
Bu Âşık hem sana kuldur
Kahrında hoş lütfun da hoş.?