USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000

KELİME-İ ŞAHADET VE ANLAMI

19-10-2018

İslâmın şartlarından ilki olan kelime-i şahadetin aslı, ?eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve resûluh.? dur. Türkçe anlamı: ?Kesinlikle tanıklık ederim ki, Allah´tan başka Tanrı yoktur. Ve yine kesinlikle tanıklık ederim ki Hz. Muhammed Allah´ın kulu ve peygamberidir.?

Bu şahadet kelimesine kesin inanıp onu gönülden söyleyen bir kimse, Müslüman olarak kabul edilir. O halde şahadet kelimesi, Müslümanlığın ilk şartıdır ve İslâmı, diğer dinlerden ayıran ilk Müslümanlık belgesidir. Çünkü bir Müslüman bu kelimeye inanmak ve söylemekle İslâmın iki esassını kabullenmiş olur:

a-                          Allah´ın birliğine, O´nun bir ve tek olduğuna; eşi, benzeri, ortağı olmadığına; O´nun ibadete lâyık tek bir Allah olduğuna inanmak ve buna tanıklık etmek.

b-                         Hz. Peygamber´in, allah´ın kulu ve peygamberi olduğuna inanmak ve buna da tanıklık etmek.

Bu iki esastan birine inanıp diğerine inanmayan kimse Müslüman sayılmaz.

Bir kimsenin peygamber olduğuna inanmak, O´nun Allah katından getirip haber verdiği her şeyin hak ve gerçek olduğunu kabul ve tasdik etmeyi gerektirir. Bu sebeple şahadet kelimesi, bütün iman esaslarını ve İslâm dininin bütün hükümlerini de kapsamaktadır.(Ahmet Okutan,Gençlerle Sohbetler,s.130)

 

KUR´AN´I KERİM HAKKINDA KISA BİLGİ:

Kur´anı Kerim, Hz. Muhammed(s.a.s)´e Ramazan Ayının Kadir gecesinde indirilmeye başlanmıştır: ?Muhakkak biz, Kur´anı, Kadir Gecesinde indirdik.? (Kadr,1)

Kur´an, 114 sûreden oluşur.

Kur´anın her sûresi ayetlerden müteşekkildir. En uzun sûre (Bakara) 286 ayetten, en kısa sûreler de ( Asr, Kevser ve Nasr) 3 ayetten oluşur. Bütün ayetlerin sayısı, 6236´dır.

Kur´an, ceste ceste yani azar azar nâzil olarak 23 senede tamam olmuştur.

Vahiy, Hz. Muhammed(s.a.s.)´e, Vahiy Meleği (Cebrail) tarafından Kur´an ayetlerinin, bazı yollarla vahyedilmesi suretiyle gelmiştir. Hz. Muhammed(s.a.s.), kendisine nâzil olan ayetleri hemen vahiy kâtiplerine ezberletir; kendisi de ezberler ve yine kâtiplere yazdırarak mensup oldukları sûrelerdeki yerlerine koydururdu. Böylece Kur´an´ın ayetleri de sûreleri de bizzat O´nun tarafından tertip olunmuşlardır. Hz. Peygamber´in sağlığında, Kur´an, bir cilt halinde toplanmamış ise de kâmilen ezberlenmiş, parça parça yazılmış ve huzurunda tilâvet edilmiştir.

Hz. Ebu Bekir, daha önce parça parça yazılmış ve kâmilen ezberlenmiş olan Kur´anı, bir cilt halinde toplamıştır.u nüshaya ?Mushaf-ı Şerif?denir. Hz. Osman ise, tek cilt halinde toplanmış olan Kur´anı nüshalar halinde aynen yazdırıp çoğaltmış ve İslâm merkezlerine göndermiştir.

Kur´anı Kerim´in bir kısmı Mekke´de, bir kısmı da Medine´de nâzil olmuştur. Hz. Muhammed (s.a.s)´in 23 senelik peygamberlik döneminin ilk 12 senesi Mekke´de, 11 yıla yakın kısmı da  Medine´de geçmiş; Kur´an sûrelerinin 93´ü Mekke´de, 21´i de Medine´de nâzil olmuştur.

Kur´an sûreleri, nâzil oldukları tarih sırasına göre tertip edilmemişlerdir. Tertip edilirken, sûrelerin mevzu itibariyle birbirlerine olan münasebetlerine daha çok önem ve değer verilmiştir. Bunun nedeni ve anlamı, sûrelerin karşılaştırılmasıyla anlaşılır: Mekke´de nâzil olan sûreler, tevhid akidesinden, Allah´a inanmak ve iman etmek zaruretinden bahseder; insanları,  iyilik yapmaya davet eder. Oysa Medine´de nâzil olan sûreler, imanın uygulanışı ve tavsiye edilen, buyrulan iyiliklerin nasıl yapılacağı, nasıl ?a´mal-i saliha?= salih ameller haline dönüşeceği; iyiliğin ve fenalığın ne olduğu v.b. konular işlenir, mufassal surette izah olunur. Başka bir örnekle daha bu fark belirtilmek istenirse, Mekke sûreleri, imanın kalp ve dimağa nasıl huzur bahşettiğini anlatır. Medine sûreleri ise insanın insana nasıl muamele edeceğini göstererek insanların saadet ve refaha nasıl kavuşacaklarını açıklar.(S.Zeki Tanrıverdi, Kur´an-ı Kerim, s. 13-15)

 

 

 

KİTAPLARA İMÂN ETMEK

 

Kitaplara imân terimi ile, Allah Teâlâ´nın kullarına yol göstermek ve aydınlatmak üzere peygamberlerine vahyettiği sözleri içeren ve bunların yazıya dökülmüş şekli olan ilâhî kitaplar, semâvî kitaplar kastedilmektedir(İlmihal.s.99).

Her ilâhî kitap bir peygamber aracılığıyla gönderilmiştir. Yukarıda belirtildiği üzere insanoğlu, her ne kadar bir takım yeteneklerle donatılmış olsa da gücünü aşan hususlarda ilâhî yardıma, vahye ve kutsal kitaba olan ihtiyacı ortadadır. İnsanın bu ihtiyacını en iyi bilen Allah Tealâ, kuluna bir lütuf ve ikram olarak peygamberleri aracılığıyla kitaplar indirmiş ve yol göstermiştir; dinin inanç esaslarını, amelî ve ahlâkî hükümlerini, farz ve haramlarını kitap ile belirlemiştir. Doğrudan Allah katından gelen, bu sebeple hem söz, hem de mâna bakımından Allah kelâmı olan ilâhî kitapların amacı, insanlığı sapıklıktan kurtarmak, hidayete, iyiliğe, aydınlığa çıkarmak ve sonunda iki dünyada mutlu kılmaktır (İlmihal.s.100-101).

Hacimli ve kitap şeklinde olan ve evrensel mesajlar içeren ilâhî kitaplar, Tevrat, Zebur , İncil ve Kur´ân olmak üzere dört tanedir.

Tevrat: Hz. Musa´ya indirilmiştir. Ne yazık ki İsrâiloğulları, Tevrat´ın Allah´tan gelen orijinal şeklini koruyamamışlar; asıl nüshası kaybolunca Yahudi din adamları tarafından Kaleme alınan Tevrat nüshaları ortaya çıkmıştır.(İlmihal. s. 101-102)

Zebur: Hz.Dâvûd´a indirilmiştir. Lirik şiirsel söyleşiler ve nasihatler, ilâhîler ve Allah´a övgüler şeklindeki Zebur, en küçük ilâhî kitaptır.(İlmihal.s.102)

İncil : Hz.İsâ´ya indirilmiştir.Bugün incilin de orijinal metni elde yoktur; insanlar tarafından müdahaleye maruz kalmış ve bozulmuş şekli mevcuttur.(İlmihal.s.102)

Kur´ân: Yukarıda açıklandığı üzere, Allah tarafından gönderilen ilâhî kitapların sonuncusu olan Kur´ân-ı Kerim, son peygamber olan Hz.Muhammed´e(s.a.s) indirilmiştir. Kur´ân-ı Kerim, Allah Tealâ´dan, Hz.Peygamber´e Cebrâil aracılığıyla ve vahiy yoluyla indirilmiştir. Kolayca anlaşılması, ezberlenmesi ve yerleşip yayılması için bir defada toptan indirilmemiş; yaklaşık 23 sene süresince bölümler halinde indirilmiştir. ??Görebildiklerinize ve göremediklerinize yemin ederim ki, O (Kur´ân) hiç şüphesiz çok şerefli bir elçinin (Allah´tan alıp tebliğ ettiği) sözüdür? (Hâkka,69/40); Hiç şüphesiz, Kur´an´ın ayetleri gelişigüzel söylenmiş değil anlamı açık, doğruluğunda şüphe olmayan, gerçekleri açıklayan, müminlere doğru yolu gösteren ve müjde veren ilâhî sözlerdir.

 

PEYGAMBERİMİZİN BİNDİĞİ HAYVANLAR.

Hz. Peygamber(s.a.s.), ata binmeyi çok severdi. Bunun dışında deve, katır ve merkebe de binmiştir. Peygamberimize ait atın adı ?Lahif?, merkebin adı ?Afîr?, katırınki ?Düldül? ve ?Tiyye?, deveninki ise ?Kusva? ve ?Adba? idi. (Mevlâna Şiblî, a.g.e. s.23)

 

TAPTUK EMRE´den BİR SÖZ.

Yunus Emre Hazretlerinin Şeyhi Taptuk Emre Hazretleri şöyle buyuruyor:

?Aşkla yürüyen sırtında dünya taşır; aşksız yürüyen, beden diye ceset taşır !?

 

allah tealâ´nın sevdiği ve sevmediği şeyler.

İnsanoğlunun, Cenab-ı Allah´ın kendisinden beklediği, istediği, emrettiği, yasakladığı, hoşuna gittiği-sevdiği her türlü tutum ve davranışları göstermesinin nihaî amacı Allah Tealâ´nın rızasını kazanabilmektir!

Cenab-ı Allah´ın insanı en şerefli varlık olarak yaratmasının; ona akıl, fikir, irade, vicdan ve nefis vermesinin; yeryüzünde kendisini vekil tayin etmesinin; canlı ve cansız tüm varlıkları, tüm yaratılmışları ve tüm imkânları da emrine vermiş olmasının sebebi hikmeti işte budur! Bu kadar büyük değer vermiş olduğu insanoğlunun, havada, suda, karada, kısaca tüm doğada emrine amade kılınmış havanın, suyun, ısının, yiyeceklerin-içeceklerin; güzel kokuların, rengârenk güzelliklerin karşılığında Allah Tealâ´ya ücret ödeyerek, karşılığını vererek memnun etmesi, rızasını alması mümkün olmadığına göre insanoğlunun yapması gereken şey Allah´ın rızasına mazhar olabileceği davranışlarda bulunmasıdır. Yukarıda anlattığımız gibi hayatın akışı içinde bu tür davranışların sınırı yoktur: Bunları yapamayanların kalbinden, yüreğinden, vicdanından iyilik yapmayı arzu etmesi, niyet etmesi, tanısın-tanımasın sıkıntıdaki bir kulun yüzünün gülmesini içten arzu etmesi, başkasını kıskanmaması, aksine daima başkalarının iyiliğini istemesi v.b. duygu ve düşünceler de Cenabı Allah´ın hoşuna gider, sever.

ALLAH  TEAL´NIN SEVDİKLERİ:

- ??Allah, sabredenleri sever?(Âl-i İmrân,3/146);

-  ??Şüphesiz Allah tevekkül edenleri  sever? (Âl-i İmrân,3/159);

- ??Şüphesiz Allah, kendisine karşı gelmekten sakınanlarısever? (Tevbe,9/4);

-  ??Şüphe yok ki Allah, hıyanetten sakınanları elbette sever? (Tevbe,9/7) ;

- ??Şüphesiz Allah adil davrananları sever(Mümtehine,60/8)

- ; ??Allah, adaletli davrananları sever? (Hucurât,49/9) ;

- Allah,İyilik yapanları sever?(Âl-i İmrân,3/134 ve Mâide,5/13- 93))).

-  ?Allah, güzel davrananları sever?(Âl-i İmrân,3/148).

-  Rabbimiz, Resûlüne uyanları (Al-i İmrân,3/31), muhsinleri(Bakara,2/195), tövbekârları ( Bakara,´/222),takva sahiplerini ( Al-i İmrân,3/76),.adaletli olanları(Maide,5/42), çok temiz olanları (Tevbe,9/108), Allah yolunda çalışanları (Saff,61/4) sevdiğini bildirmekte; sevdiği kullarına: ? İyi biliniz ki; Allah´ın dostlarına korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.?(Yunus,10/62) müjdesini vermektedir.

 

  ALLAH  TEAL´NIN SEVMEDİKLERİ :

 -?Allah, kibirlenen ve övünen kimseleri sevmez?( Nisâ,4/36);

- ?Allah, hiç bir günahkâr nankörü sevmez.?(Bakara, 2/276)

-??Allah, hiç bir haini, hiçbir günahkârı sevmez? (Nisâ,4/107)

-?? Allah,bozguncuları sevmez?(Mâide,5/64 ve Kasas,28/77);

- ??O,Israf edenleri sevmez?(En´âm,6/141 ve ´râf,7/31));

-??O ,haddi aşanları sevmez?(A´râf,7/55 veMâide, 5/87));

-??O, büyüklük taslayanları sevmez? (Nahl,16/23);

- ??Allah, hiçbir haini, nankörü sevmez? (Hacc,22/38);

- ??şüphe yok ki Allah, kâfirleri sevmez? (Âl-i İmrân,3/32);

- ??Allah, zalimleri  sevmez? (Âl-i İmrân,3/57 ve 140 );

- ? Allah,zulme uğrayanın dile getirmesi dışında, çirkin sözün açıklanmasını  sevmez.?(Nisâ, 4/148);

-??Allah, hainleri sevmez.?(Enfâl,8/58);

- ??Allah, böbürlenip şımaranları sevmez.?( Kasas, 28/76);

-?Şüphesiz O, inkâr edenleri sevmez.?( Rûm,30/46);

- ??Allah, hiçbir kibirleneni, övüngeni sevmez.?(Lokmân,31/18);

-?Şüphesiz O, zâlimleri sevmez.?(Şûrâ,42/40);

-??Allah, kendini beğenip övünen hiçbir kimseyi sevmez.?(Hadid,57/23)

 

 

 

EDEP VE HAYÂ SAHİBİ OLMAK.

            İnsanoğlunun fıtratında var olan duygulardan biri de edep ve hayâdır. Anonim bir şiirde belirtildiği gibi:

            Edep bir tâc imiş nûr-i Hüdâ´dan,

            Giy o tâcı emin ol her belâdan !

Edep ve hayâ, Peygamber Efendimizin de işaret ettiği gibi yaratılış hikmet ve gayesine uygun, insana yaraşır bir hayat sürme çabasıdır. Kur´an-ı Kerim´in İsrâ Sûresi´nin 37. ayetinde de kasdedildiği üzere, edep ve hayâ, insanın nefsini terbiye etmesi, kendini ve haddini bilmesidir.

            Edep ve hayâyı kuşanan kalpte ancak hayır ve güzellik bulunur. Edebi şiar edinmiş bir zihinden ancak faydalı düşünceler sâdır olur.Edeple konuşan bir dilden ancak hayırlı ve hoş sözler dökülür; kendisini ilgilendirmeyen boş sözlerden, dedikodu, yalan, iftira gibi mümine yakışmayan konuşmalardan uzak durur.

   Peygamber Efendimiz (s.a.s.) bir gün ashâbına:

- ?Allah´tan hakkıyla hayâ ediniz!? buyurdu. Ashâb,

-Yâ Resulallahbiz zaten Allah´tan hayâ ediyoruz, elhamdülillah? şeklinde karşılık verdi. Resûl-i Ekrem, sözlerine şöyle devam etti:

-Hayâ, sizin anladığınız anlamda değildir. Allah´tan hakkıyla hayâ etmek,bütün organları her türlü günah ve haramdan korumaktır.Dünyanın geçici nimetlerine aldanmamaktır.Ölüm ve ölümden sonraki hayatı asla unutmamaktır.?

Kamil insan olma yolu da bu anlamdaki edep ve hayâ sahibi olmaktan geçer. Müminin söz ve davranışları edeple değer bulur. Edeple yapılan tövbe makbul olur; dua ve ibadetler edeple eda edilirse Allah´a yükselir ve sahibini yüceltir. Bu nedenle insan, her yaşta, her çağda ve her konumda edep ve hayâya muhtaçtır. Edep, bizim medeniyetimizde üstün bir ahlâki meziyet olarak değer görmüştür. Ancak bugün insanlık büyük oranda bir edep ve hayâ mahrumiyeti, bir ahlâk çöküntüsü yaşamaktadır; ahlâki değerler giderek yozlaşmaktadır. Öyle ki, nice zihinler, gönüller ve bedenler edep ve hayâ ile yücelmek yerine edepsizliğin girdabında boğulmaktadır. Fıtratı zedeleyen, ahlâkı zayıflatan, hayâ perdesini yırtan araçlar her gün artmaktadır. İnsanlık nicelerinin ar damarlarının çatlayışını üzüntü ve ibretle izlemektedir. Her gün hataya teşvik eden, günahı tatlı gösteren, kötüye ve şiddete özendiren; çocukları istismar malzemesi haline getiren, kadınları cinsel meta olarak gören yayınlar yapılmaktadır. Bunlar İslâmla bağdaşan tutum ve davranışlar değildir. Edepsizleşmiş, ar damarı çatlamış ve hayâsızlaşmış bir insan, fıtratındaki yani doğuştan getirdiği edep ve hayâyı kaybetmiş, ?en şerefli varlık?  olma özelliğini yitirmiştir. Bütün bunların temelinde erdem ve ahlâk üzerine bina edilmeyen bir hayat anlayışının var olduğu açıktır! ( Diyanet İşleri Başkanlığının 08.01.2016 Cuma günü Hutbesi) Bu hayat anlayışı da, çevrenin ve arkadaşların etkisi ile ailenin telkinlerinden kolayca kurtulan çocuklara, dolayısıyla giderek tüm topluma ancak okullarda, din ve ahlâk derslerinin zorunlu olarak okutulması ve öğretilmesi ile genç dimağlara yerleştirilebilir.

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?