Âşıklık geleneğinin günümüzde de canlı bir şekilde devam ettiği Sivas’ın meşhur âşıklarından biri de Âşık Ruhsati’dir. Birçoğumuz onu sadece halk âşığı olması yönü ile tanırız. Aslında Âşık Ruhsati, Yunus Emre’nin ifadesiyle “Leyla Leyla derken Mevla’yı buldum” sırrına ulaşan bir erendir. Mecazî ve ilâhî aşkı iliklerine kadar tadan bu gönül sultanının hayat serüveninin mecazî ve ilâhî aşkı tanımakta/yaşamakta zorlanan günümüz insanı için çok önemli bir adım olduğunu düşünüyoruz.
Ruhsati, 1251/1835 yılında Sivas’ın Deliktaş köyünde dünyaya gelmiştir. Babasının kendisine sağladığı okuma imkânını iyi bir şekilde değerlendirememiştir. Buna mukabil, şiirlerinden Arapça, ayet, hadis ve kelam-ı kibar gibi öğeleri ustaca kullanması son derece şaşırtıcıdır. Ebcet hesabını da bilen Ruhsati, geçimini sağlamak için Deliktaş ağalarından Ali Ağa’nın şanında azaplık yapmıştır. Bu görevinin yanı sıra o ağırlaşan geçim şartlarını temin edebilmek için Tecer’deki değirmenlerin su işlerinde çalışmış, kimi zaman köyünde kiracılık, rençperlik ve çobanlık yapmıştır. Onun inşaatlarda duvarcılık ile uğraştığı da bilinmektedir. Ömrünün sonlarına doğru Ruhsati köyünde imamlık vazifesini de ifa etmiştir.
Genel olarak fakir bir hayat süren Ruhsati’nin, Kertme köyü yakınlarında uykuya daldığı bir sırada erenlerin verdiği badeyi içerek âşıklığa adım attığı anlatılmaktadır.
Bir gece menamda gördüm muhabbetin badesin
İçmeden mest eyledi fincana aklı m yetmedi
Baktım bir bade sundular yatarken bir gecen ben
Anasından doğduğuna oldu pişman sanmasın
Ben değilim Hak söyletir dilimi
Bade içtim kimse bilmez hâlimi
Asıl adı Mustafa olan Ruhsati, “Âşık”, “İcadî” ve “Cehdî” gibi mahlasları da kullanmıştır. Fakat üstadı Törnüklü Şeyh İbrahim Efendi’nin kendisine verdiği Ruhsatî mahlası ile tanınmıştır. Ruhsati’nin İbrahim Efendi ile tanışması şu şekilde olmuştur: “Ruhsati, genç yaşlarda Sivas’a Şeyh Şakir Efendi’nin yanına gelir, ondan himmet ister. Şakir Efendi, Nakşibendî şeyhidir. Ruhsati’ye: “Bugün bekle, yarın benim yanıma birisi gelecek, seni ona göndereyim, belki o himmet eder. Sen sabahleyin Eğri Köprü’nün orda bekle. Bir kağnının üstünde kıl abalı, kıl şalvarlı, iri vücutlu birisi gelecek. İşte o, Törnüklü İbrahim Efendi’dir. Sivas’a buğday satmaya geliyor. Buğday pazarında buğdayı satıp benim yanıma gelin”, der. Ruhsati, İbrahim Efendi’yi karşılar. Yol boyunca hiç konuşmazlar. Buğday sattıktan sonra Şakir Efendi’nin yanına giderler. Şakir Efendi, İbrahim Efendi’ye durumu anlatır. İbrahim Efendi, “Mustafa! Bugün yat, rüyanda ne görürsen bize söyle bakalım”, der. Mustafa istihareye dalar. Rüyasında yufka ekmeği yerken bir ses duyar; “Mustafa sana ruhsat verildi.” Şeyh İbrahim Efendi, Mustafa’nın rüyasını öğrenir ve şunu söyler: “Mustafa senin ruhsatın verilmiş. Artık şiirlerinde Ruhsati mahlasını kullan.”
Kimi Ruhsatî der kimisi koca/ Kimisi âşık der kimisi hoca
Kimisi Cehdi’ der kimisi yuca/ Gazaya razı ol belâya sabur
Bir zaman İcadi bir zaman Cehdî/ Şimdi de Ruhsatî baba dediler
Uzun boylu, beli biraz bükülmüş, çil yüzlü, sarı sakallı biri olan Ruhsati, yukarda kısmen değinildiği gibi, Erzincanlı Hayati Vehbi veya Terzi Baba diye şöhret bulmuş şeyhin halifesi Şeyh Şakir Efendi’nin manevi tesir halkasına girmiştir. Şeyh Şakir Efendi, Sivas’ta manifaturacılık yapan bir sûfîdir. Mezarı önceleri Sivas’taki garipler Mezarlığı’ndayken buranın kaldırılması üzerine naaşı şimdiki Halifelik Mezarlığı’na nakledilmiştir. Bu veriler, Ruhsati Baba’nın Nakşibendî yoluna müntesip olduğunu göstermektedir.
1327/1911’de Deliktaş’ta vefat eden Ruhsati burada toprağa verilmiştir. Onunla ilgili anlatılan şu menkıbe çok meşhurdur:
“Nakşibendî şeyhlerinden Şeyh Şakir Efendi, Şeyh Hacı İbrahim Efendi, Hacı Necmettin Efendi ve Ruhsati birlikte Gürün’e giderler. Yolda önlerine Tohma ırmağı çıkar. Bunlar ırmağı geçemezler. Hacı Necmettin Efendi, Âşık Mustafa’ya der ki: “Âşık Mustafa! Artık Ruhsat’ın verildi. Hadi bakalım şu Tohma’ya bir şey söyle de bize yol versin.” Ruhsati bunun üzerine, “Behey Tohma kutbu’l-ârifine yol vermez misin?” diye başlayan bir divan söyleyince Tohma ırmağı ortadan ikiye ayrılır, hepsi karşıya geçerler.”
Ruhsatî’nin şiirleri incelendiğinde en çok Karacaoğlan’ın etkisinde kaldığı görülür. Bilhassa beşerî aşk konulu deyişlerinde, bu etki daha fazladır. XVII. yüzyılın güçlü temsilcilerinden Âşık Ömer ve Gevherî’nin de Ruhsatî’de etkisi görülür. Bilhassa “Divan”larında Âşık Ömer’in etkisi daha belirgindir. Ayrıca Ruhsatî, Pir Sultan Abdal, Kul Himmet Üstadım Dadaloğlu gibi âşıklarla, çağdaşı âşıklardan Dertli ve Seyranî’nin de etkisinde kalmıştır.
-1-
On birinde bir güzele hizmetim/ Yeni açmış has bahçede gül gibi
On ikide henüz gelmiş baharı/ Akar gider boz bulanık sel gibi
On üçünde ebru zülfü top durur/ Aklı fikri temelinden kopturur
On dördünde yanağından öptürür/ Dili şeker dudakları bal gibi
On beşinde çilesini doldurur/ On altıda kendisini bildirir
On yedide maşukunu öldürür/ Göz ucuyla bakar gider yel gibi
On sekizde gördüğünü şaşırmaz/ On dokuzda döktüğünü döşürmez
Yiğirmide aklın derer taşırmaz/ Sahip olur her yanına mal gibi
Yirmi beşte döner yüceden gider/ Otuzunda dört etrafın denk eder
Otuz beşte yavaş yavaş kan gider/ Kırk yaşında geçmez olur pul gibi
Kırk beşinde kızıl düşer gülüne/ Ellisinde yokuş gelir yoluna
Elli beşte bak dünyanın haline/ Tozar gayri sermayesiz kül gibi
Altmışında duvarlara yan gelir/ Altmış beşte gözlerinden kan gelir
Yetmişinde umut etme can gelir/ Tekne taşır teneşirde sal gibi
Yetmiş beşte söyler söyler usanmaz/ Sekseninde her ne etse utanmaz
Seksen beşte yatar gayri uyanmaz/ Ne söylersen haber vermez lal gibi
Doksanında hazır eyle bezini/ Doksan beşte kimse çekmez nazını
Yüz yaşında teslim eder özünü/ Ey Ruhsatî felek yine dul gibi
-2-
Daha senden gayrı âşık mı yoktur/ Nedir bu telaşın ey deli gönül
Hele düşün devr-i Âdem’den beri/ Neler gelmiş geçmiş say deli gönül
Günde bir yol duman çöker serime/ Elim ermez gidem kisb ü kârime
Kendi bildiğine doğrudur deme/ Gel iki adama uy deli gönül
Şu yalan dünyadan ümidini üz/ İnanmazsan bak kitaba yüz be yüz
Hanen mezaristan malın bir top bez/ Daha doymadıysan doy deli gönül
Baktım iki kişi mezar eşiyor/ Gam kasavet geldi boydan aşıyor
Çok yaşayan yüze kadar yaşıyor/ Gel de bu rüyayı yor deli gönül
Bir gün bindirirler ölüm atına/ Yarın iletirler Hakk'ın katına
Topraklar susamış adam etine/ Hep ağzını açmış hey deli gönül
Mevlâm kanat vermiş uçamıyorsun/ Bu nefsin elinden kaçamıyorsun
Ruhsati dünyadan geçemiyorsun/ Topraklar başına vay deli gönül.
-3-
Ne dostu fark ettim ne de düşmanı/ Bilmedim bilmedim bilmedim gitti
Ettiğim cürmüme oldum pişmanı/ Silmedim silmedim silmedim gitti
Nefs elinden aciz kaldım berbadım/ Arşa çıkar aşk elinden feryadım
Dolandım derdime derman aradım/ Bulmadım bulmadım bulmadım gitti
Seyir ettim gölgesi yok söğüdü/ Namus imiş yere vuran yiğidi
Kimya imiş ataların öğüdü/ Almadım almadım almadım gitti
Olanca ömrümü verdim cezaya/ Mutabık amelim yoktur rızaya
Nice namazlarım kaldı kazaya/ Kılmadım kılmadım kılmadım gitti
Gitmedi başımdan dünya telaşı/ Nasipten ziyade yemedim aşı
Günahım veznedip bağrıma taşı/ Çalmadım çalmadım çalmadım gitti
Ruhsatî bu aşka olmuştur müdam/ Anlaşılmaz yazar döker dem be dem
Ellere karışıp ben de bir adam/ Olmadım olmadım olmadım gitti
-4-
Dilimde ezkarım virdim/ Bir Allah bir de Muhammed
Her nere varırsam derdim/ Bir Allah bir de Muhammed
Var amma yetmiş bin perde/ Hızır’dır anılsa nerde
Yedi kat gökte hem yerde/ Bir Allah bir de Muhammed
Derim Ya Kayyum Ya Hay/ Bin birdir ismini var say
Bilmeyenin başına vay/ Bir Allah bir de Muhammed
Kulak ver olma gel sağır/ İşitir dem be dem çağır
Terazide gelen ağır/ Bir Allah bir de Muhammed
Zikreden bulur rahmeti/ Şükreden bulur cenneti
Sıdk ile çağır Ruhsatî/ Bir Allah bir de Muhammed