“Vahdet-i Vücûd” fikriyle tasavvufî çevrelerde “Şeyh-i Ekber” lakabıyla tanınan İbnü’l-Arabî (ö.638/1239), sistemini/fikirlerini birçok ilim ve irfan merkezini ziyaret ederek buralarda karşılaştığı ve tesir halkalarına girdiği birçok isimden aldığı sağlam ilmi alt yapı ile şekillendirmiş bir isimdir. (M. Mustafa Çakmaklıoğlu, İbn Arabî’de Ma’rifetin İfadesi, İnsan Yay., İstanbul 2002, s.24-543.) İbnü’l-Arabî, İşbiliyye, Bağdat, Şam, Sebte, Tunus, Meriye, Endülüs, Kudüs ve Mısır ziyaretlerinin ardından Anadolu’ya yönelmiş ve Anadolu’da birçok merkezi ziyaret etmiştir. (Ahmed b. Muhammed Makkârî, Nefhu’t-Tîb min Gusni’l-Endülisi’r-Ratîb, Kahire 1949, c.II, s.361; Tahsin Yazıcı, ‘Ebû Medyen’, İA, c.X, s.186-187; İbnü’l-Arabî, İcâze li’l-Meliki’l-Muzaffer, Dâru’l-İmam Müslim, Beyrut 1990, s.25; Makkârî, Nefhu’t-Tîb, c.II, s.369-370; Süleyman Uludağ, İbnü’l-Arabî, TDV Yay., Ankara 1995, s.58; M. Erol Kılıç, Muhyiddin İbnü’l-Arabî’de Varlık ve Mertebeleri, MÜİFSBE (Basılmamış Doktora Tezi), İstanbul 1995, s.19.) Çalışmamızda Urfa, Diyarbakır, Malatya ve Konya gibi ilim ve irfan merkezlerini ziyaret ederek birçok önemli isme mülaki olan İbnü’l-Arabî’nin bu zaman zarfında iki defa olmak üzere gerçekleştirdiği “Sivas Ziyareti” üzerinde durmak istiyoruz.
İbnü’l-Arabî, Sivas’a ilk ziyaretini 601/1204’te Malatya’ya giderken Urfa-Diyarbakır-Sivas yolunu kullandığı seyahatinde gerçekleştirmiştir. (William Chittick, ‘İbn Arabî and His School’, Islamic Spirituality: Manifestations, ed. Sayyed Hosain Nasr, New York 1991, p. 49-50.) İbnü’l-Arabî’nin bu ziyaretinde “Sivas’ta ne kadar kaldığı?” veya “Kimlerle görüştüğü?” gibi konularda net bilgiler bulunmamaktadır. Aynı yıl içerisinde Malatya’da bulunduğu ve kısa süre sonra Konya’ya iştirak ettiği gibi verilerden hareketle İbnü’l-Arabî’nin bu ilk Sivas ziyaretinin çok kısa sürdüğü sonucunu çıkarabiliriz. Bir bakıma onun Malatya’ya gitmek için ‘Urfa, Diyarbakır ve Sivas’ güzergâhını kullandığı bu süreçteki ziyaretini yolculuk gereği yapılan bir ziyaret olarak değerlendirebiliriz. (Yetkin İlker Jandar, İbnü’l-Arabî ve Ekberîlik, Ataç Yayınları, İstanbul 2010, s.20.) İbnü’l-Arabî’nin ikinci Sivas ziyareti 612/1215 yılında olmuştur. Eserinde zikrettiği bilgiye göre İbnü’l-Arabî 1215 yılının Ramazan ayının büyük kısmını Sivas’ta geçirmiştir. (İbnü’l-Arabî, Futûhâtü’l-Mekkiyye, trc. Nihat Keklik, Ankara 1990, s.257, 299.) İbnü’l-Arabî, Konya’da yakın dostu Mecdüddin İshak (ö.617/1221) vesilesiyle I. İzzeddin Keykavus (ö.616/1220) ile tanışma fırsatı bulmuştur. (İbnü’l-Arabî, el-Futûhâtü’l-Mekkiyye, c.VIII, s.379 vd.) I. İzzeddin Keykavus tahta geçince Sivas’a olan sevgisi nedeniyle bir müddet devletin merkezini Sivas’a taşımıştır. İbnü’l-Arabî’nin Sivas’ı ziyaret sebeplerinden birisi I. İzzeddin Keykavus’u Sivas’ta ziyaret etme niyetidir. Fakat İbnü’l-Arabî, Keykavus Antakya taraflarında Franklarla savaş halinde olduğu için bu ziyaretinde Keykavus ile görüşememiştir. (İbnü’l-Arabî, Rûhu’l-Kuds, nşr. Abdurrahman Hasan Muhammed (Âlemü’l-Fikr), Kahire 1989, s.105-106; Claude Addas, İbnü’l-Arabî: Kibrit-i Ahmer’in Peşinde, trc. Atila Ataman, İstanbul 2003, s.136; Kadir Özköse, Muhyiddin İbnü’l-Arabî’nin İbn Rüşd İle Görüşmesi’, Tasavvuf, (İbnü’l-Arabî Özel Sayısı-2), İstanbul 2009, Sayı: XXIII, s.221-240.) Fakat Sivas’ta gördüğü bir rüyasının yorumunun yer aldığı bir mektupla Keykavus’un bu mücadelede galip geleceğini kendisine bildirmiştir. İbnü’l-Arabî, I. İzzeddin Keykavus ile ilgili bu Sivas hatırasının serüvenini şu şekilde anlatmıştır:
‘Sultan, Antakya’yı muhasara ettiği sırada Ramazan ayında Sivas’taydım. Rüyamda Antakya kalesinin etrafının mancınıklıklarla çevrilmiş olduğunu, gülleler fırlatıldığını ve düşmanların reisinin öldürüldüğünü gördüm. Fırlatılan güllelere Keykavus’un planlarının başarıya ulaşması ve istediklerinin gerçekleşmesi olarak tabir ettim ve şehri fethedeceğini anladım. Allah’a hamdolsun, böyle de oldu. Ramazan bayramında Keykavus şehri fethetti. Bu 612 senesinde olmuştu ve rüyamla fetih arasında yirmi gün geçmişti. Ona fetihten bir müddet önce Malatya’dan mektup göndererek bir şiirle vakıamı haber verdim.’ (İbnü’l-Arabî, Kitâbu Muhâdarati’l-ebrâr, Kahire 1906, c.II, s.241; Addas, İbnü’l-Arabî, s.247.)
İbnü’l-Arabî’nin bu mektubu ile onun Selçuklu Sultanı Keykavus ile olan yakın münasebeti daha net bir şekilde tescillenmiştir. İbnü’l-Arabî’nin Sivas’taki bu hatırasının dışında meşhur müfessir ve kelam âlimi Fahreddin er-Razî’ye (ö.606/1209) yazdığı bir risale/mektup hatırası da vardır. Anlatılanlara göre İmam Fahreddin er-Râzî, bir gün bir meclisteyken birdenbire ağlamaya başlar. Yanındakiler sebebini sorunca ‘Otuz yıldır itikat ettiğim bir meselenin şu anda içime doğan bir delil ile başka türlü olduğunu anladım. Belki bana şu anda doğru gibi görünen de önceki gibidir’ der. Bu hadise Şeyhü’l-Ekber’e ulaşınca o, böyle bir entelektüel kriz yaşayan Râzi’yi uyarmak üzere bir risale yazar ve bu risalede ona nazari ilimlerden uzaklaşarak ilahî nefhalara yönelme tavsiyesinde bulunur. (Bağdadî, ed-Dürrü’s-Semîn fi Menâkibi’ş-Şeyh Muhyiddîn, Tercüme: Abdülkadir Şener-M. Rahmi Ayas, (AÜİF Yay., Ankara 1972), Beyrut 1959, s.23.)