USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000

KIŞ DA MI ÖZLENİRMİŞ!*

01-01-2024

Kışın yıkanan çamaşırı kurutmak fermana mahsustu. Şimdiki gibi hava kirliliği olmadığı için anam çamaşırları önce dışarı asardı. O zaman çamaşır makinesi olmadığından elle yıkanıp, elle sıkılırdı. Ne kadar güçlü sıkarsanız sıkın ipe asılınca ilk dakikalarda suları sızmaya başlardı. Havanın ayazının etkisiyle çamaşırlardan sızan sular bir müddet sonra uçlarında buzlar meydana getirir, çamaşırlar da ipte donup kalırdı. “Acık ayazını alsın da sonra içeri alırım.” diyen anam kazık kesilmiş çamaşırların önce eteğindeki buzları, sonra da iki tarafından “Çıt!” diye buzundan kırar öyle içeri alırdı. Sırası gelen çamaşır, sabanın yanına yöresine serilir, evire çevire kurutulurdu. Sobanın yanına gelen çamaşırın sıcakla ilk teması sırasında dışarıdaki havanın yani ayazın kokusu odayı doldururdu. Bu koku çok hoşuma giderdi. Hem temiz bir havanın hem de temiz bir çamaşırın birbirine karışmış kokusu, şu an bile burnumun direğini sızlattı. Çoook uzun zamandır, ne ayaz kokusu ne de sabunla yıkanıp arınmış temiz bir çamaşır kokusu almayan burnum meğer hangi kokulara alışmış, şimdi hayıflandım doğrusu!

Şimdiki kadar bol çeşidin ve lüksün olmadığı, ama herkesin tek bir çeşit yemeği zevkle ve huzurla yediği yıllar öncesinin kışında pişen yemeklerin sayısı gerçekten sınırlıydı. Yazın ve kışın yemekleri belliydi. Uyduruk yemek de yenmezdi mevsimsiz yemek de yenmezdi. Hele o zamanın babaları ne istiyorsa o pişerdi. Bizim evde de bu kurallar geçerliydi. Babaannem ve babam birlikte karar verir, anam da pişirirdi. Babam gelmeden sofraya kimse oturmazdı. Hep birlikte oturur, hep birlikte yerdik. Rahmetli babaannem, güz geldiğinde bahçedeki toprağı eşer içine kışın yiyeceğimiz patatesi. havucu, şalgamı gömerdi. Onlardan yemek yapılacaksa, kalburu eline alır gömdüğü yeri bildiği için oranının uygun yerinden bir miktar açar, ne alacaksa alır yeniden toprakla kapatırdı. O sebzelerin toprakla karışık kokusu evin içini doldururdu.

Sobanın üzerinde pişen peskütan çorbası, kelecoş, madımak, şalgam çorbası, turşu kavurması, patates tiritlisi, erişte pilavının, kuskus pilavının tadına doyum olmazdı. Kavurma herlesi, erişte tiritlisi, keşkek, pehli… Bu gün bunlar hangimizin evinde pişiyor. Güzelim tatlardan mahrum olduğumuz yetmiyormuş gibi dayatma, kime ve nereye ait olduğunu bilmediğimiz bir yığın yemeklere kendimizi mahkûm etmemiz hangi akıllının işidir lütfen düşünelim? Mumbar dolmasını, işkembe dolmasını, paçayı, şalgamı kaç gence kaç çocuğa yedirebiliriz, erik ekşisini kaç gencimiz bilir? Onlara bakarsanız hepsi iğrenç!.. Aslında iğrenç olan bizim kendi kendimizi, kültürümüzü ve aslımızı inkârdır. Bu konuda söylenecek öyle çok söz var ki, girersem çıkamam.

Kış benim hayatımın niye ayrılmaz parçası olmasın ki? O uzun gecelerde dinlediğim masalların benim hayatıma kattıklarını saymakla bitiremem. Aman Yarabbi! Onlar ne güzellerdi. Ya anlatanlar!.. Yok böyle bir şey!.. İçine girip çıkmayı bir türlü beceremediğim o canım masalları dinlemek ve o hayalle zaman geçirmek hafızamın resmettiği en güzel sahnelerdendir. Bazen bir peri padişahının kızının güzelliğinde bulurdum kendimi. O işve, o eda, o naz ile heyecanlanır, bazen de padişahın üç oğlundan en küçüğüne vurulup aşk ile masalın sonunu getirirdim. Cadı karısının yerinde hiç olmak istemediğim gibi sanki elimle tutup masalın içinden çıkarıp atasım gelirdi. Sihirli tüyleri birbirine sürterek çıkan iki koyundan, mutlaka ak koyuna binmek ve yedi kat gökyüzüne çıkmak isterdim. Çünkü birçok masalda yanlışlıkla kara koyuna binip yedi kat yerin dibine inen padişahın oğlunun başına gelmedik kalmazdı. Onun yaşadıklarını bilirdim de gökyüzüne çıkan neyle karşılaşırdı hâlâ merak ederim. Masalda en çok görmeyi istediğim Zümrüd ü Anka Kuşu ile Kaf Dağı’dır. Acaba hayallerimdeki gibi heybetli ve ürkütücü müdür, merak eder dururum. Bütün bunları o zaman da düşünürdüm. Kendimi akışa kaptırmış dururken masalın kötülerin hazin sonuyla bitişi beni mutlaka çok sevindirirdi. Derin bir nefes alır, içten “Ohh!” çekerdim. Ama her masalın sonunda saltanatım yerle bir olurdu. İç dünyam alt-üst ola ola uykuya dalardım. Sabah uyandığımda adını hiç unutmadığım;“Başımdaki Kabak Uyandım ki Sabah” diye dinlediğim masal gerçek olurdu. Hayata kaldığım yerden devam etmek mecburiyeti başlardı.

DEVAMI YARIN

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?