Hz. Peygamber hayatı boyunca kendisinden önce veya sonra gelmiş insanların kazandıkları en yüksek ve en parlak başarıları kazanmasına rağmen gurur ve iddianın zerresi bile O´nun saf ve berrak hayatını lekeleyememiştir. Resûlullah ne zaman sevinçli bir haber alsa hemen şükür secdesine kapanırdı. O, felaketler ve hezimetler karşısında sabreder, lütuf ve nimete erdiğinde şükrederdi. Hz. Peygamber(s.a.s.), herkesten ziyade peygamberlerin her türlü eziyet ve felâketlere maruz kaldıklarını söylerdi. Netekim, Kur´an, O´na sabrı tavsiye etmiştir: ?O halde (Resûlüm) peygamberlerden azim sahibi olanların sabrettiği gibi sen de sabret.? (Ahkaf,35) Resûlullah, henüz annesinin karnındayken babasını kaybetmiş; daha çocukken annesi vefat etmiş; iki sene sonra da bakımını üstlenen dedesi ölmüştü. Peygamber olduktan sonra O´nu kureyşe karşı himaye eden Ebû Talip ile hayat arkadaşı Hz. Hatice vefat etmiş; Hz. Fatıma´nın dışındaki bütün çocukları ya küçük yaşlarda ya da gençlik devrelerinde ölmüştü. Bütün bu felâketler ve acılar O´nun gözlerini yaşartmış, fakat ağzından Mukedderata hâkim olan büyük Kudrete karşı bir şik kelimesi duyulmamıştı. O, ?insana ağlamaktan veya mahzun olmaktan dolayı bir sorumluluk yüklenmez, azabı getiren şey insanın dilidir.? buyururdu. (Mevlâna Şiblî, a.g.e. s. 81-86)
KALP KATILIĞININ ÇARESİ.
Anlatıldığına göre sahabîlerden birisi Ümmü Derdâ´ya başvurarak kalbinin katılığından yakındı. Ümmü Derda da ona şunları söyledi:
- ?Kalp katılığı manevî hastalıkların en büyüğüdür. Bununla birlikte sen üç şeye devam et. Belki bu hastalıktan kurtulursun:
1- Hastaları ziyaret etmek,
2- Cenaze törenlerine katılmak,
3- Sık sık mezarlığı gezmek?
Adam bu tavsiyeleri yerine getirince kalbinin yumuşamaya yüz tuttuğunu gördü ve tekrar Ümmü Derda´yı ziyaret ederek: ?Allah iyiliğini versin? diye dua etti. (Ebûl-Leys Semerkandî, Sohbetler, s.496)