Hayat bir yol serüvenidir aslında, dünyaya gelişimizle başlayan bir yolculuğun hikâyesidir.
Fizikî anlamda olmasa da doğduğumuz günden itibaren yürümeye başlarız. Ulaşacağımız ve nihayetinde son kez duracağımız saat bellidir ancak hangi zamanda, hangi yerde tecelli edecektir bilemeyiz. Ama yolun ve yolculuğun hikâyesini biz yazarız.
İnsan kendi belirler güzergâhını, kendi çizer rotasını…
Bazen ye’se düşeriz, bazen umuda... Yolumuza ne çıkar, nereden çıkar ve niye çıkar bilemeyiz, ama biliriz ki bu bizim imtihanımızdır. Yoldayızdır artık. Zor ve çetin yolculuğumuzda aşılmaz dağlar, engebeli dere ve tepeler karşılar bizi; kar, yağmur, çamur ve sis… Her ne çıkarsa çıksın kararlı duruşumuzla, emin adımlarla, yürekli bakışlarla adımladığımızda aşılmayacak zorlukları aşarız. Yeter ki, sen yürü, sis dağılır, yol aydınlanır.
Aydınlık yolların çıkması her ne kadar temennimiz olsa da hayat; badirelerin, sıkıntıların ve sorunların önümüze çıkmasıyla hayattır ve hayat olur. O nedenledir ki yürümek yol almaktır, yürümek aydınlık yarınlara ulaşmak için yüreğimizde harlanan umut ateşinin, sevda tomurcuklarının dizlerimize verdiği dermanla olur.
Yol yürünürse aydınlanır ancak...
Bütün bu düşünceler telefonuma düşen bir mesaj üzerine klavyenin tuşlarından satırlara harfler, sözcükler ve cümleler olarak art arda sıralandı. Kızım, yarışmaya katılacağı bir fotoğrafa isim ne olabilir diye acil notuyla gönderdiği mesaj üzerine…
Fotoğrafı biliyordum.
Bu fotoğrafı on yıl kadar önce Sivas’ta yüce bir dağın eteğine kurulmuş kadim bir köyde çekmişti kızım. İlk öğretmenliği, ilk günleriydi. Şehirde doğmuş büyümüştü kızım. Okula servisle gidip gelmişti; kaloriferleri yanıyordu, sıcaktı okulu ve evi. Öğrenciliği sonrası kader onu bir dağ köyüne karın, kışın, sisin, ayazın ortasına tek başına atmıştı. Odun kıracaktı, soba yakacaktı, kül dökecekti hem tek göz evinde hem de okulun sınıfında. Okulu evlerinin karşısında yüksekçe bir tepenin üzerindeydi. Yokuştu yol; yol dediysem bildiğimiz yol değil, tepeye uzanan bir cılga… Ayağına giydiği itfaiyeci çizmesiyle karın ve çamurun içerisinde, ayazda, yağmurda tırmanarak çıktı bir kış boyu. O sert esen rüzgârın, o donduran soğuğun iliklere kadar işlediği kış ayları boyunca…
Zordu, ama kızım zorluğu aşardı. Güçtü, kızım o güçlüğü de aşardı. İnanıyordum.
O günlerin fotoğrafıydı, isim koymak istediği fotoğraf; sisler içerisindeki tepeye uzanan çamurlu, karlı ve buzlu yol…
“Aydınlığa Yürümek” demiştim, “Sisleri Dağıtmak İçin” ve nihayet “Sen Yürü Yol Aydınlanır” olsun istemiştim. Bilmem ne koydu adını, ilk öğretmenliğinin heyecanıyla tırmandığı sislerle kaplı okul yolu için…
Yarışma önemli değildi, derece alması veya almaması da… Meşakkatli bir dünyanın dar ve zor yollarına koyulmuştu o.
Bugün sisler dağıldı, yol aydınlandı.
O dağ köyünden şimdi büyük bir kentin kırsalı andırmayan bir bölgesinde yine bir okulda, öğrencilerinin hem dersiyle hem derdiyle hemhâl… Ve alanında yüksek lisans sonrası ülkemizin seçkin bir üniversitesinde doktorasını yapıyor.
Sisler dağılıyor, çünkü o yürüyor…