Tâlibî Coşkun, yakın tarihimizde aşk, dilek, tabiat, dert, taşlama, destan ve dua şiirleri ile dikkat çeken bir isimdir. Onun, zamanın “Evliya Çelebi”si olarak gezip görüdüğü ve birçok kültürden harmanlayarak dile getirdiği samimi ifadeleri âşıklar arasında kendisini seçkin bir konuma getirmiştir. (Doğan Kaya, Âşık Talibî Coşkun, Sivas Belediyesi Kültür Yay., Sivas-2005, s.20; Hayatı hakkında bkz; Ahmet Edip Uysal, ‘Sivaslı Halk Ozanı Talibî’de Mizah’, I. Uluslar arası Türk Folklor Kongresi Bildirileri, Ankara 1976, c.II, s.351; Aynı yazar, ‘Talibî Coşkun’un Kişiliği’, Sivas Folkloru, c.IV, Sayı:43, Sivas 1976, s.4 Sırrı Yalçın, Talibi Coşkun, Sivas 1935, s.3 vd; Coşkun Ertepınar, ‘Talibi’, Ortayayla, Sayı:1, 1936, s.23; Kutlu Özen, ‘Halk Şairi Talibi Coşkun’, Sivas Folkloru, Sivas 1976, (Talibi Coşkun Özel Sayısı), s.11-12; Aynı yazar, ‘Talihsiz Bir Halk Şairi: Talibi Coşkun’, Erciyes, Sayı:146, Kayseri 1990, s.25; Vehbi Cem Aşkun, ‘Talihsiz Ozanımız Talibi Öldü’, Sivas Folkloru, Sivas 1976, (Talibi Coşkun Özel Sayısı), s.6-8; Kadir Üredi, ‘Ömürlerini Gurbette Tüketenin Önderi Talibi’, Sivas Kültür, Sayı:4, s.42-43; Hasan Coşkun, Âşık Talibi Coşkun, Zirve Yay., Sivas 2009, s.1-94. (Çalışmamız boyunca Talibî’nin şiirlerini dile getirirken kendisi hakkında en kapsamlı çalışma olan Doğan Kaya Bey’in çalışmasını kaynak olarak kullanacağız.) Tâlibî, sosyal, kurumsal ve millî terennümleri ile olduğu kadar dinî konuları işleyişi yönü ile de incelemeye değer bir şairdir. Bu çalışmamızda, onun bu yönü üzerinde durmaya gayret edeceğiz.
Tâlibî, dinî içerikli şiirlerinde ağırlıklı olarak Allah yolunda bir ömür geçirebilmenin önemini vurgulamıştır. O, doğru çizgide Allah-ü Teala’nın yardımı ile yol almanın ve iman ile hayata anlam katma çabasının neticesini Cennet’e girmeye bir vesile görmüştür. Bu düşüncelerini şu ifadelerinde açıkça görmekteyiz:
“Tanrı bize göster doğru yolunu/ Cennetteki yeşilini alını
İmandan ayırma Talip kulunu/ Kâinat üstünde kanatların var”(Kaya, Âşık Talibî Coşkun, s.38-39.)
Talibî’ye göre, Allah’ın rızasını kazanma ve bu hassasiyetle bir ömür sürebilmenin önündeki en büyük engel nefistir. Ona göre, ruhlar âleminde Allah-ü Teala’ya verilen söze (Araf 7/172) sadakât gösterilememesinin sebebi nefsin aldatmacalarıdır:
“Talip böyle miydi senin ilk sözün/ Hava-yi nefs ile mahvoldu özün
Daha bu dünyanın zevkinde gözün/ Feleğin hançeri sana da işler.” (Kaya, Âşık Talibî Coşkun, s.282.)
Tâlibî’nin bu ifadelerinde görülmektedir ki o, nefsin, insanın dünya ve ahiret mutluluğunu elinden almasına vurgu yaparken bir başka büyük engel olan dünyaya düşkünlük hastalığına da dikkat çekmektedir. Tâlibî, bu şiiri ile nefsanî duygular peşinde koşarak insanın temiz yaratılan özünden uzaklaştığını ifade etmiş, aynı zamanda dünyanın geçici/fani olduğunu hatırlatarak temel hedefin ebedî mutluluk için çalışma arzusu olması gerektiğinin de altını çizmiştir.
Tâlibî, bir başka şiirinde kendisini uzun zaman meşgul ederek hak ve hakikatten uzak düşüren nefsini yola getirebilmek için Allah-ü Teâlâ’dan yardım istemiştir.
“Arsız deli gönül sen doğru söyle/ Çok aldattın beni gezdirdin böyle
Allah nefsimizi sen ıslah eyle/ Sebep halk et aşklı kuluna.” (Kaya, Âşık Talibî Coşkun, s.418.)
Yine o, başkasıının hata ve kusurları ile uğraşmak yerine kişinin kendi eksiklerini giderebilmek için çaba ve gayret göstermesinin önemini, geçici olan ile değil kalıcı olan işlerle meşgul olmanın değerini, esas yiğitliğin de bu şekilde hareket edebilmekte olduğunu şu veciz ifadelerinde dile getirmiştir:
“Talip eli n’iden kendine bakın/ Mecazı koy hakikate gel yakın
Nefsine aldanma günahtan sakın/ Yiğitlik Allah’a bir kul olmalı.” (Kaya, Âşık Talibî Coşkun, s.375.)
Tâlibî, nefsi ıslah yolunda Allah-ü Teala’da yardım istenilmesi yönündeki nasihatlere kulak vermenin önemine de değinmiş ve bu nasihatlere kulak verenleri Allah-ü Teala’nın ihsanlarından mahrum bırakmayacağını savunmuştur:
“Talibî söz söyler Allah yoluna/ Varıp düşme bir nefsinin eline
Mahrum koymaz ihsan eder kuluna/ Çokları nasihat tutmuyor bu yıl.” (Kaya, Âşık Talibî Coşkun, s.396.)
Tâlibî, nefsin bitmek tükenmek bilmeyen istek ve arzularına gem vurabilmenin yolunu Hakk’ın gösterdiği istikamette ilerlemek olarak takdim etmiştir. O, ahirette yaptığı her şeyin hesabını vereceğine inanan birisinin dünyaya dair istek ve arzularına ‘dur’ demek suretiyle nefsini dizginleyebileceği görüşündedir:
“Hakk’ın gösterdiği yola gitmeli/ Yaramaz nefsini kesip atmalı
Dünyadan ahreti uzak tutmalı/ Kazanırsan cennet nur bu dünyada.” (Kaya, Âşık Talibî Coşkun, s.39.)
Bu ifadelerinde nefs ve dünyaya dair beklentiler arasında derin bağlantılar olduğunu dile getiren Tâlibî, dünyaya gerektiği kadar değer veren ve ebedî yurt olan ahiret için hazırlık yapan kimselerin bu dünyayı anlamlı kılmaları ile Cennet’i burada kazanacakları gerçeğinin de altını çizmiştir.
“Tâlibî, Cennet’e olan iştiyakını şu dörtlükte ifade etmiştir:
Söyle Hak kelâmı dönder dilleri/ Gidersin cennete tutma yolları
Firdevs-i âlâda gonca gülleri/ Nasip olup derer m’ola elimiz.” (Kaya, Âşık Talibî Coşkun, s.38.)
Tâlibî, burada Cennet’e ulaşma arzusundan bahsederken bir yandan da bu amaca ulaşabilmek için ‘doğru sözlü’ olma hasletinin ne denli önemli olduğunu da vurgulamıştır.
Tâlibî, Cennet’i uman samimi bir müslüman olarak Cehennem’e düşmekten de korku duyduğunu şu şekilde dillendirmiştir:
“Beş vakti eda et terk etme sünnet/ Allah kulum desin Peygamber ümmet
Bizlere yapılmış cehennem cennet/ Acep hangisine düşer yolumuz.” (Kaya, Âşık Talibî Coşkun, s.38.)
Görüldüğü gibi Tâlibî, kişinin son durak olarak Cennet veya Cehennem’e gidebileceğini, dünya hayatında hedefini ‘Cennet Yurdu’ olarak belirleyen kimselerin ise ibadetlerine son derece önem vermeleri gerektiğini söylemiştir. Bu noktada o, özellikle namaz ibadetini zikretmiştir ki, onun bu tavrı, ibadetler içerisinde namaza İslam’ın verdiği değeri içselleştiren birisi olduğunu gözler önüne sermektedir. Aslında o, en temel ibadet olan namazı dile getirerek genel anlamda ‘ibadet’ olgusuna vurgu yapmıştır. Bir başka ifadeyle o, Allah-ü Teâlâ’nın rızasını, Hz. Peygamber’in (sav) sevgisini kazanabilmenin yolunu ibadet olarak takdim etmek için en temel ibadet olan namazı kullanmıştır. Bu anlamda Talibî’nin şu dörtlükleri de son derece dikkat çekicidir:
“Hep biliriz dünya yalan/ Bir fert yok ki baki kalan
Sevap alır namaz kılan/ Cennet yolu ibadette
Talip sözün yad eylesin/ Allah’ına vad eylesin
Din İslâmı şad eylesin/ Benim gönlüm kasavette.” (Kaya, Âşık Talibî Coşkun, s.372-373.)
Tâlibî, kabir âlemi ve ötesinde yaşanacak hadiseler hakkında da görüşlerini açıklamıştır. Ona göre, fırsat eldeyken kişinin bu dünya hayatında atacağı olumlu adımlar kabir ve ötesi âlemlerde kişiye kolaylıkların bahşedilmesine sebep olacaktır:
“İbadet et bu dünyada dururken/ Dizin tutup her işleri görürken
Melekler kabirde sual sorarken/ O zaman döndersin Mevlâ’m dilimiz.” (Kaya, Âşık Talibî Coşkun, s.38.)
Burada Tâlibî, nefsine pay çıkarmadan ibadette daim olma konusunun önemine değinmiş ve bu süreçte ‘dua’ ile Allah-ü Teâlâ’dan yardım talebinde bulunarak kulluk bilincinin zirvesinde bir şahsiyet olduğunu gözler önüne sermiştir. Çünkü dua, kulun acziyetinin farkına vardığı, kendisini yaratan ve yaşatan güce bütün içtenliği ile boyun eğdiği çok özel bir ruh halinin yansımasıdır. (Yalçın İçyer, Kur’ân’da Dualar ve Ortamları, Akabe Yay., İstanbul 1994, s.13-26; Halil Altuntaş, Duayı Anlamak, DİB Yay., Ankara 2010, s.53-61.)
Tâlibî’nin din konusunda hassasiyetle üzerinde durduğu konulardan bir tanesi de ibadet hayatı ile dikkat çeken fakat dinin diğer emir ve yasaklarını yaşam noktasında gevşeklik gösteren kimselerin ruh hallerini tahlil etmesidir. Ona göre böyle kimseler, benliklerinde birr varlık görürler ve bu tipler eleştirilmeyi hak eden kişilik bozukluklarına sahip bireylerdir. Tâlibî, böylesi kimseleri kıyasıya eleştirmiştir:
“Namaz kılar bir ham softalık eder/ Koğ u gıybet söyler günaha batar
Besmeleyi bilmez hocalık satar/ Camilere gider imam beğenmez
Yalandan erişir bir rüya görür/ Keçeden kitapta manalar bulur
O kendi kendine bir hüküm verir/ Sultan Selim Sadrazam beğenmez.” (Kaya, Âşık Talibî Coşkun, s.174.)
Bu mısralarında bir kişilik tahlili yapan Tâlibî, ibadete yönelip Allah-ü Teâlâ’nın hakkını yerine getirmeye gayret eden bireylerin kul haklarına da son derece riayetkâr olmaları gerektiğinin altını çizmiştir. Anlaşıldığı kadarıyla o, eleştirinin olması gerektiğini savunmuş ama bir konuda eleştiri yapabilmek için bilgi donanımının mutlaka olması gerektiğini belirtmiştir. Kişinin kendisinde bir ilerleme olmadan kendini olduğundan farklı göstermesini psikolojik bir problem olarak gören Tâlibî, böyle kimseleri takındıkları yanlış tavırdan dolayı açıkça eleştirmiştir.
Tâlibî’nin şiirlerinden kutsal mekânlar hakkındaki görüşlerini de tespit etmek mümkündür. O, Mekke, Medine, Kudüs, Şam, Kudüs ve Kerbela gibi İslam nurunun indiği ve yayılma imkânı bulduğu birçok yeri ziyaret etmiş ve buralarda gönlüne gelen hissiyatı şu şekilde dile getirmiştir:
“Mekke Medine Kabe’nin kıblesi/ Din İslâm üstüne düşer gölgesi
Hazret-i Muhammed’in türbesi/ Eğri göz ile yan bakan çalına
O topraklar idi dine müptelâ/ Onlar şeriatı kurdu evvelâ
Şam-ı şerif Beyrut Kudüs Kerbelâ/ Kudretten nur indi iy’ler yoluna
Kâbe’nin üstüne rahmet duracak/ Dinin hürmetini iy’ler görecek
Kıyametin sonu Şam’a varacak/ Bak sancağın yeşiline alına.” (Kaya, Âşık Talibî Coşkun, s. 403.)