USD 36,67
EUR 39,97
USD/EUR 1,089
ALTIN 3.534,36
BİST 10.827,79
Sıcaklık 19.9°C

Sivas El Sanatlarında Renk Cümbüşü25

12-03-2025

Ağızlıkçılık-Çubukçuluk

Sivas yöresinin bu sanatının, 1800’lü yıllarda başladığı düşünülür. Issız dağlarda, sessiz yol kenarlarında, orman kuytularında hayata tutunmuş germişek (ya da karamuk) ağacının yok katedip, mahir bir ustanın imalathanesine düşmesiyle başlar serüven.
Bir adı da tüylü kartopu olan germişek ağacı, üzeri parlak siyah meyveli bir dağ ağacı olup, Tokat, Niksar, Koyulhisar, Erzincan, Kars, Ağrı ormanlarından kesilip getirilir.   
Güneşte iyice kuruyup, tomruk makinesinden geçerek, boylarına, kalınlıklarına göre ayrıştırılan germişek çubukları biçimlerine göre “lüleli, tespihli, topak başlı, yanma başlı, ufak lüleli ağızlık, arabalı ağızlık, Ramazan çubuğu, toplu yavrusu, lâle başlı, yontmabaş” gibi isimler alır. 
Tomruk makinesinde kabukları soyulup, tornaya sokulup düzeltildikten sonra, nakış keskisi ile enine ve boyuna yivler açılıp şekiller çizilen çubuklar böylece kezzaba batırılır. Cevizli kezzap, sarı kezzap, cilâ ve boya bu sanatın uygulandığı eşyaların uzun ömürlü olması için başvurulan boya cinsleridir.
Ateşe tutulup zımparalandıktan sonra çubuklar yeniden tornaya sokulur ve matkapla sigara içme yeri açılır. Lüleli ağızlıkların ağızlık kısmı için kızılcık ağacı kullanılır. Çakı ile yassılaştırılarak şekle sokulan sigaralık kısmı daha sonra kezzaba batırılır, dağlanarak kızartılır ve cilâlama işlemine tabi tutulur. 
Önceleri “doğrultacak, çark, delgi tezgâhı, kemani, arda, kalem ve kaşağı, matkap, keski, bıçak” adlarıyla bilinen aletlerle vücuda getirilen ağızlıklar 60’lı yıllardan beri tornalarda yapılmaya başlanmıştır.
Cerhi denilen kısma, daha çok hatun kişilerce, buğday/arpa sapı ve ibrişim sarılır.  Ağızlıkların, çubuk, tığlık, kalem ve diğerlerinin üzerine “Sivas Hatırası” ya da arzu edilen bir isim yazılır. Böylelikle germişek ağacının meşakkatli yolculuğu son halini bulur. 
Ülkenin çeşitli bölgelerinde ağızlık, çubuk, kalem gibi eşyalar yapılmaktaysa da onlarda ipekli kısım bulunmaz, yazılar, desenler dağlanarak oluşturulur.  İşçilik olarak tekten kabul edilen bu sanat dalında, Sivas’ta ilk ağızlığı yapan kişinin Şeyh Aziz Baba olduğuna inanılır.  
Gerek trenle, gerek de otobüsle seyahat edecek yolcuların ilk başvurduğu hediyelikler olarak gar ve otogarda, şehrin hediyelik eşya satan diğer yerlerinde halkın beğenisine sunulan ağızlık ve çubuklar, günümüzde çeşitlilik gösterir hale gelmiştir.
  İbrişiminde lacivert, yeşil, kırmızının hâkim renk olarak kullanıldığı kalemler, kalemlikler, ağızlıklar, çubuklar, tığ sapları, minare, cami maketleri, sazlar alımlı, eski zaman gelinleri gibi yıllar yılı vitrinlerde süzülmüş, şehir içinde kalmakla da yetinmeyip tüm ülkeye hatta yurt dışına gider, vitrinleri masaları, duvarları süsler hale gelmiştir.
    Vakti zamanında Tuzcular Çarşısı’nın yanında Çubukçular esnafı adıyla maruf kalabalık bir esnaf grubunun bulunduğu, nice ustaların evine bu sanat sayesinde ekmek parası götürdüğü bilinenler arasındadır. 
Eski kalabalık ve canlı günler geride kalmış olsa da bugün, yaşayan bir meslek olarak çeşitli ustalar sanatlarına devam etmektedirler. Sivas’a has bu sanat dalı, mahir ustaların sabırlı gayretiyle daha uzun yıllar da devam edeceğe benzemektedir.

    Çubuk getir yakayım
    Ucuna gül takayım
    Yârin gelmiş diyene 
    Koçu kurban yıkayım

    Çubuğunun biçimi
    Yalan dünya geçimi
    Gel yârim konuşalım
    Bir sigara içimi
 
    Saksıda gül solmuyor
    Satırlarım dolmuyor
    Daha çok yazacaktım
    Kalem razı olmuyor

Çarıkçılık-Yemenicilik
 
Zor zenaattir ayak giydirmek. Ustalık ister, maharet ister. Vurmaya görsün bir kere, dünyaya şaşı baktırır insanı, kıvrandırır. İşte bu yüzden, ayakkabı vurmasını kabir azabına benzetir büyüklerimiz. İlk giyildiğinde besmeleyle giyilmesini, sağ ayağın ilk olarak sokulmasını tembihlerler. Eve girerken çıkarken sağ ayağın ilk olarak atılması gibi…
Ayakkabı deyip geçmemek lazımdır. Peygamber mesleğidir. Hazreti İsa’nın ayakkabı diktiği bilinir. Hz. Nuh’un marangozluk, Hz. İdris’in terzilik, Hz. Davut’un demircilik yaptığı gibi, kutsal sayılan mesleklerden sayılır. Zati birçok peygamber, çobanlık da yaparak insanlara örnek olmuştur.
Cihan padişahı Kanuni Sultan Süleyman’ın da ayakkabıcılık yaptığı kayıtlarda geçmektedir. 
Farsça “keşfger” kelimesinden bozularak köşker/köşger yani ayakkabı diken mânâsına gelen isimle bilinir bu işin erbabı. Birçok dalı vardır ayak giydirme sanatının.  Yemeni, terlik, pabuç, mest, çizme, sandal, çarık, kundura vs... 
Sırf yemeninin bile kendi arasında çeşitleri bulunur. Düz yemeni, çapula yemeni, zenne yemenisi, çoban yemenisi...
Sırımlı, tokalı, aynalı çarık örneğinde olduğu gibi...
Yemeni, Yemen’den çıkıp diğer ülkelere yayıldığı için bu adı almıştır. Yemenî Ekber adlı şahsın icadı olduğundan dolayı bu isimle anıldığı da rivayetler arasındandır.  Mantara, nasıra, pişiğe, ayak kokusuna kesinlikle yüz vermeyen, kullanılan malzemenin hayvani olması sebebiyle ayağa hava aldırdığı için romatizma türü şikâyetlerde bulunulmayan, son derece sıhhi bir ayakkabı cinsi olarak bilinir.
Plastik malzemenin olmadığı, tüm dikişlerin elde yapıldığı, tersinden dikilip, çevrilerek kalıba sokulan, etrafı düzgünce kesildikten sonra kenar dikişi yapılan yemeniler, uzun emeklerden sonra satışa hazır edilir. Ekseriyetle üst kısmı kırmızı ya da siyah deriden, tabanı ise köseleden yapılır.  
Giyenin mevkiine, yaşadığı yerin coğrafi konumuna ve keseninin durumuna göre yaptırılır, bu hayli emek isteyen ayakkabı çeşitleri. İyi bir yemenide beş hayvan derisi kullanılır. Tabanda manda derisi, yüzünde keçi derisi, iç astarda koyun derisi, iç tabanda sığır ya da keçi derisi, kenarı için de oğlak derisi...
Çiriş kokulu bu esnaf dalının dükkânında biz, muşta, örs, çekiç, balmumu olmazsa olmazlardan, baş malzemedir. “Şu gön nerden, şu sırımın ucundan” deyimine konu olan sırım da önemli bir unsurdur yemenide.
   Tıktıkçılar (takunyacılar), yemeniciler, çarıkçılar, kunduracılar... Bu meslek dallarına malzeme verenlerle, epeyce bir yekûn tutan esnaf, bir zamanlar sıra sıra, dizi dizi doldururlardı kendilerine ayrılan sokakları.
Sabah erkenden kapı önlerini sulayıp süpüren, ustalarına birer köpüklü kahve ısmarlamaya koşan çıraklar sekiz on yaşlarında başlarlardı bu mesleğe. Önce ayak işlerinde boy gösterir, küçük bahşişlere sevinir, sonra ufak ufak alıştırmalarla iğne tutmaya, biz tutmaya başlar, edebe riayet ederek işin önceliklerini öğrenirlerdi.     
Çatlaklarına kara oturmuş parmaklar, besmeleyle açıp, besmeleyle kaparlardı dükkânlarının kepenklerini. Dayanışma yaşanırdı esnaf arasında. Ekmek paylaşılırdı acı tatlı olaylarla birlikte. 
Ustalıkta nam salmış olanlar, artık örsün başına geçme kabiliyetini gösteren evlatlarını, kalfalarını oturtmaya başlarlar, öğleden sonraları kapı önlerine attıkları arkalıksız iskemlelerinde sohbete dururlardı yaşıtı meslektaşlarıyla. Öğünlerde camiye gidip, kıraathanelerde üç beş kelam eder, diğer esnaflar ile yarenlik ederek, kemale ermiş yaşlarının tadını çıkarmaya çalışırlardı.            
Ahi kültürü ile beslenen bir sanat dalı olan ayakkabıcılık/yemenicilik/çarıkçılık kim bilir kaç asır kursakları doyurdu; kim bilir kaç kızın çeyizine yağlık olarak, bindallı olarak, Sivas seccadesi olarak girdi. Kaç delikanlıya asker parası olarak gitti, kaç eve, kaç dükkâna, kaç tarlaya dönüştü; bilinmez! 
Naylonun icadı ile ilk darbeyi yiyen, fabrikasyon ayakkabı ile sendeleyen, hazıra olan rağbetle de tez yitenler arasına giren bu meslek dalı, ayakta kalan son birkaç ustanın hatıraları arasında kaldı bugün ne yazık ki. 
İlkel dikimlerden bugüne hayli mesafe kat eden bu meslekte, Sivas’ımızda da birçok namlı usta yetişmiştir. 
Yemenicilerden Ahmet ve Ali Tetiker, Ömer Görkem, Mustafa Sübütay, Tevekkeli Mehmet Efendi, Turan Kuruçay bunlardan bir kaçı. 
Ali Rıza Birinci, Ahmet Çaşkurlu, Ahmet ve Mehmet Katipoğlu, Mehmet Susamış, Aziz Tutmaç, Refik ve Şefik Hastaoğlu, Hamdi Otçeken, Mevlüt, Fikri ve Halis Demirgil kunduracı ustalarının bir kaçı.
Çizmeci İrfan Erüç usta bir dükkân dolusu insana alın teriyle ekmek parası kazandırırken, sayacı Bahattin usta, Nuri Bayrak, Behçet Akdemir, Hasan Hüseyin Soğukpınar, saraç Bekir Karlı malzeme temininde zorlanırlardı. 
Daha çok köy kökenli müşteriye hizmet veren çarıkçıları bugün hatırlayan bile yok. Eskilerin hatıraları arasında Gırnatacı Zomzom’un tokalı çarık diktiği yer alır o kadar. Zara’dan gelenlerin de pazar bulduğu çarıklar, bugün minyatür boylarıyla süs eşyası olarak vitrinleri süslemekte, geçmişin rüzgârını evlere, işyerlerine taşımaktalar.
Taban, yorak, sızı, burun, topuk, son, kayış, toka gibi kısımlardan oluşur Zara çarığı. Bugün birkaç işine sevdalı kişinin dışında ustası kalmayan bu ünlü çarıklar için, “Sen haber ver paradan, çarık gelir Zara’dan” denilmiştir.     
Sırımlı, yoraklı ve tokalı çarık yapımında ün kazanan Zara çarıkçıları işlerinde oldukça mahirdiler. Mutlaka çorapla giyilmesi icap eden çarıkların üzerine ayrıca dolak denilen bir de yün örgü sarılırdı.
Ham çarık, kara çarık, yoraksız çarık adlarıyla da bilinen sırımlı çarık, yapımı fazla zahmet istemeyen çarık çeşididir ve yoksul köylülerin giydiği eski zaman giyeceğidir.
Yorak adı verilen bir parçanın ayağın burun kısmına konulmasıyla yoraklı çarık adını alan çarık cinsinin, sırımlı çarığa göre daha ustalık istediği ve giyenin ayağını daha rahat ettirdiği bilinir. 
DEVAMI YARIN

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?