Tokalı çarık, zarif görünümlü, iskarpin biçimli olarak tarif edilir. Ki Zaralı ustaların icadı olarak nam salmıştır. 30’lu yıllarda icad edilen bu çarığın modelinin tutulmasıyla çevre ilçe ve il merkezinde de bu model uygulanmaya başlanmıştır.
Günümüzde halk oyunu oynayanların ayaklarını, eski sanatlara meraklıların duvarlarını süsleyen çarıklar, ne yazık ki teknolojinin getirdiklerine yenik düşmek üzeredir.
Eski Zara düğünlerinde damadın, sağdıcın tokalı çarık giydiği bilinir. Şu anda bile özel olarak, süslüce diktirilmiş olan “gelin çarığı”, gelin kıza erkek tarafından hediye olarak gönderilenler arasındadır.
*
Sivas el sanatları içinde, ayağa giyilenler arasından nalın, tıktık ve takunyaları da atlamamak lazım gelir.
Takunya yapımında, dayanıklılık bakımından gürgen ya da kayın ağacının olması icap eder. Köylülerce kesilip, yarılarak ustasına getirilen ağaçlar, sağı solu olmayan takunyaya dönüşürken biçme denilen bir işlemden geçer. Endaze (kalıp) ile çizilip, bıçkı ile biçilen takunyaların ökçesini oymak hüner ister ve ustasını zorlar. Bir zamanlar hususi kütüğünün üzerinde oyulan ökçelerde maharetli olan takunyacılar bulunurdu.
İcap eden yerleri törpülenip düzleştirildikten sonra üzerinin pervazı hazırlanan takunyalar, ekseriyetle çocuk ve kadınlar tarafından mahalle aralarında, bahçede giyilirdi. Savaş sonrası dönemlerde yoksul çocuklarca okula bile gidilip gelinebilirdi. Hamamlarda erkekler arasında takunya, kadınlar arasında da nalın giymek gelenekler arasında idi.
Takunyaların kimilerinin üstüne sarı ya da siyah dana/keçi derisinden saya parçası dikilirken burnu kapalı olarak dikilirdi ve bu modele tıktık adı verilirdi.
Takunyaya göre, şimşir, abanoz gibi daha kaliteli ağaçlardan yapılan ve hayli işçiliği bulunan nalınlar, eski Sivas hamamlarının vazgeçilmez eşyaları arasında idi. Erkek tarafından kız evine gönderilen hamam eşyaları arasında mutlaka bulunması icap eden nalınlar gümüşle işlenir, gelinlerin ayaklarını süslerdi.
Takunyadan daha yüksekçe olan nalında, sırma işlemeli kumaş, sedef işleme, mercan kakma, kadife ve ayna kırıkları da kullanılmakta, zarafet numunesi olarak çeşitleri bulunmaktaydı.
Taban ve topuğunda dut, ceviz ya da fırınlanmış gürgen ağacı kullanılan nalınların burnu köşeli olurdu. Oyulup hazır edilen nalınlar kuyumcuya verilir, maddi duruma göre gümüş ya da bafonla kaplattırılırdı. (Bafon, gümüş görünümünde bakıra, çinko ve bakır alaşımına verilen isimdir)
Çepeçevre gümüş pullar çakılan ve hamamlarda yürürken genç hanımların ayaklarında ahenkli sesler çıkartan bu emek ürünü nalınlara şıkırdaklı nâlin/lâlin de denilirdi.
Sivas manilerinden bir kaçı ile bitirelim mevzuumuzu:
Ayağının nalını
Eğme kiraz dalını
Suratsız dengim değil
Eller yesin malını
Pınar başı tekneli
İçine gül ekmeli
Yâr yorulmuş geliyor
Çizmesini çekmeli
Alaca çorapları
Yemeniler içinde
Kız ben seni bırakmam
Dilenciler içinde
Kar yağar seki bağlar
Kunduran teki bağlar
Güzelin âdetidir
Alnına çeki bağlar
Karşıda oturuyor
Kundurayı bağlıyor
Benim y‰rim yok gibi
Bana mendil sallıyor
Bakırcılık
İnsanlık kadar eskidir bakırcılığın serüveni. Vakti zamanında hemen her ilin ilçenin bulunduğu gibi, Sivas’ın da bir Bakırcılar Çarşısı vardı. Kalaycılar ve köylerde bakırcılık, kalaycılık yapanlarla birlikte hayli kişiye ekmek parası kazandırıyordu.
Mutfaklara alüminyum, çelik, plâstik gibi sair maddelerden yapılan kullanım eşyaları girmezden evvel, yegâne kapkacağın ana malzemesini bakır oluşturuyordu.
Orta Karadeniz Bölgesi’nden, Sivas’a yakın ocaklardan temin edilerek işlenen bakırlardan çok çeşitli kaplar imal edilmekteydi.
Aşırma, kazan, soba kazanı, bakraç, su güğümü, kahve güğümü, tencere, tava, leğen, sahan, tas, polat, kulaklı, kevgir, çömçe, ibrik, leğen, lenger, sini, saplı tas, tepsi, maşrapa gibi, kendi aralarında da çeşitleri bulunan nice eşyayı ocak başında bin bir emekle ortaya getirmiştir Sivaslı ustalar.
Kız çeyizlerine kapaklı sahan, işe gidenlere sefertası, dağda davar, sığır güdenlere çoban bakracı, çarşı esnafının sobasının üstüne nakışlı demlik olsa da, bakır eşyalar, günümüzde eski günlerin hatırası olarak, süs eşyası haline gelmekten kendini kurtaramamıştır. Keyf ehli, damak tadına düşkün kişilerce kullanılmaya devam edilse, ustası bulunup kalayı yaptırılsa da eski şaşaalı günlerini geride bırakmıştır.
Sivas Etnografya Müzesi’nde, dövme, çekme, kakma ve çakma yöntemleri ile çalışılmış, geçmişten günümüze yadigâr kalmış, görülmeye değer güzellikte çeşitli nadide bakır eşyalar yer almaktadır.
Çekiç, nari, uzun nari, çift ağızlı nari, göbeç, nallama, tesviye çekici, yanlı çekiç, gah çekici, bakır tokmağı, uzun tokmak, okıtmıstan, siste, makas, diş açma pensesi, çömçe örsü, ibrik örsü, tablalı örs… merkezdeki ve ilçelerdeki bakırcı esnafının kullandığı malzemelerden bazılarıdır.
Pirlerinin Selmân-ı Pâk hazretleri olduğu kabul edilen bakırcılık sanatında, bakır eşyaların uygun yerlerine, yapan ustanın isminin yazılmasına, ayet, çiçek, üçgenler, çeşitli bitkisel süsler yapılmasına da rastlanır. Ki bunları yapmak her ustanın harcı değildir. Kazıma, kabartma, zımba, ajur ve kakma tekniğiyle elde edilen bu süsler uzun uğraşlardan sonra ortaya çıkarılır.
Kırtişli bakır sahana kırılmış tereyağlı yumurtaya, bakır cezvede pişirilmiş dibek kahvesine, kalaylı maşrapadaki buz gibi ayrana hayır demeyeceklerin yaşatacakları bakırcılık sanatındaki son ustalara, uzun ömürler dileyelim gayri bu saatten sonra. Var olun.
Kahve piştiği yerde
Cezve taştığı yerde
Güzel çirkin aranmaz
Gönül düştüğü yerde
Size vardım sahana
Sahan değil mahana
Eliminen eyledim
Kime bulam mahana
İlenger attım bağa
Gitti değdi yaprağa
Kız ben seni almazsam
Girmem kara toprağa
İleğende tuz olsam
Yeni yetme kız olsam
Yâr kapıdan geçerken
Evde yalınız olsam
Bıçakçılık
Sivas el sanatları içinde mühim bir yeri olan bıçakçılık, haklı bir namın sahibi olarak bütün dünyada adını duyurmuştur. Sivas civarında bulunan madenlerden dolayı madeni işleme sanatının hayli ileri olduğu, dolayısıyla da bıçakçılığın önemli bir meslek dalı haline geldiği herkesçe malumdur.
Eski dönemlerde Kılınççılar Çarşısı’nın varlığını sürdürdüğü Sivas’ta, 150 yılı aşkın bir süredir de bıçakçılar mesleklerini idame ettirmektedirler.
Sakatatçılardan itinayla seçilen veya Erzurum, Elazığ, Kars gibi hayvanı bol illerden özel olarak getirtilen boynuzlar bıçakçılığın en önemli malzemesi olarak kabul görür. İri bir boynuzdan sekiz on tane bıçak sapı imal edilebildiği gibi, tarak yapımında kullanılan boynuzun kalan kısımları da bıçakçılara satılarak değerlendirilebilir.
Ocak, körük, örs, çekiç, hızar, testere, makas, çark taşları, ayna taşları, zımpara taşları, cilâ, cilâ çaputu, mengene törpü, eğe ve kok kömürü bıçakçılığın diğer önemli avadanlıklarıdır.
Gürgen gibi kuvvetli ağaç, kemik, metal ya da fiber ile de yapılabilen sapın dışında kalan kısmın, yani madeni olan bölümün adına bıçakçı dilinde “namlu” adı verilir. İyi cins, levha halinde alınıp, kızgın ocakta tavlanarak şeritler haline getirilerek elde edilen çelik, ustalık isteyen, meşakkatli bir çalışmadan geçerek işlenecek hale getirilir.
Bıçağın kesen kısmına “bıçak ağzı”, keskin olmayan tarafına da “bıçak sırtı” denilir. Namlunun sap kısmına giren ve kısa olmaması icap eden yerine de “ökçe” adı verilir ve “perçin” denilen çiviler ile bu ökçe bıçağa sabitlenir.
Şimdilerde yapılmasa da bir dönemin Sivas’ında hayli süslü oluşuyla dikkat çeken, kemik saplı, çift ağızlı Çerkez bıçağı, kaması ve hançerleri de yapılmıştır.
Madeni kısmına damga vurmak, yazı yazmak, ustanın adını kazımak bıçak ustalarının son dönem yeniliklerindendir.
Cep bıçağı/çakı, kalem çakısı (kalem açmak için), hattat bıçağı, bacak bıçağı, mutfak bıçağı, ekmek bıçağı, dalgıç bıçağı, kurban bıçağı, kasap bıçağı, av bıçağı, çoban bıçağı, döner bıçağı, masat, satır, makas gibi kesicilik görevi gören aletler, bıçakçı esnafının alın teri ile alıcı önüne çıkmaktadır.
Bilinen ilk ustanın Ahî Bıçakçı Ahmet olduğu söylenmektedir. Dağıstanlı Ali Usta, Erzincanlı Ahmet Usta, Erzincanlı Hâfız, Kadir Usta gibi ustalar, yaşlıların hafızalarında yaşamaya devam etmektedir. İşine âşık olduğu bilinen Kadir Usta, yaptığı kama ve hançerlerin sapını altın ve gümüş ile işleyerek süslermiş. 1951 yılında Bıçakçılar ve Çubukçular Derneği’ni kuran bıçakçı esnafı, ileriki yıllarda derneği feshederek, 1987 yılında Demirciler Derneği’ne girmiştir.
DEVAMI YARIN