Hayat… Allah Teâlâ’nın “Ol” ve “Öl” emri arasında kuluna bahşettiği ömür sermayemizin adıdır. Ezelde Yüce Mevlamızın “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” (Araf 7/172) sorusuyla başlayıp, ruhlar âlemi, ana rahmi, dünya hayatı, kabir mahzeni ve nihayet ahiret yurdu ile sonuçlanacak bu süreç, zamanı değerlendirme ve nefis muhasebesi ile hayatımızı şekillendirme gayretimizden mesul tutulacağımız bir süreci ifade etmektedir. Şöyle bir düşünelim, dünyaya gelişimizin ardından bugüne kadar geçen sürede zaman bilinci yani zamanı en iyi şekilde değerlendirme gayretimiz ve nefis muhasebesi yaparak yani kötülüklere kapı aralamadan iyiliklerin peşinde bir ömür sürme heyecanımız Mevlamızın razı olacağı kıvamda mı? Mevla’mız, Yüce Kitabımızda “Bu kitap, kendisinde asla şüphe olmayan bir kitaptır. O, takva sahipleri için bir yol göstericidir” (Bakara 2/2) buyurarak kelâm-ı kadimine başlamıştır. Bu ifade, biz müslümanların takva zırhına yani haramlara karşı koruyucu bir elbiseye bürünmeye ve helal dairede nefse kapı aralamamaya bizi yönlendiren bir ifadedir. Bir başka ifadeyle, Kur’ân-ı Kerim’de Mevla’mız, bizden hayat sermayemizi kendisinin belirlediği sınırlarda değerlendirmemizi ve bu süreçte yolumuza çıkacak olan nefis, şeytan, dünya ve şeytanlaşmış insanlar gibi aşmamızı bizden istemiştir. Rabbimizin gösterdiği bu hedeflere ulaşabilmek için en değerli hazinemiz olan ömür sermayemizi, mümince bir duruş ve ruhumuzu yücelten adımlarla takviye ederek hayatımıza yön vermemiz gerekmektedir.
Allah Teâlâ, son ilahî vahiy olan Kur’ân-ı Kerim’de heba edilmemiş bir ömrü tarif buyururken inanç, ibadet ve ahlakî güzellikler çerçevesinde şekillenen ömürleri bizlere örnek olarak takdim etmiştir. Hz. Âdem babamızdan Efendimiz’e (sav) kadar tevhid mücadelesi ile ömürlerini bereketlendiren nebi ve resullerin kıssaları aslında bize ömrü heba etmeden Rabbimize kavuşabilmenin yollarını anlatmaktadır. Hz. Âdem babamızın işlediği günaha mukabil tevbe ve pişmanlıkta zirveleşmesi, Hz. Nuh’un (a.s) dokuz yüz elli yıl süren tevhid mücadelesinde bıkkınlğa ve yorgunluğa düşmemesi, Hz. Musa’nın (a.s) inanç ve ibadetlerdeki yozlaşmalar karşısında hikmet dolu gayretleri ve nihayet Efendimizin (sav), adına “Cahiliye Toplumu” denen bir toplumdan nurlanmış şehirlere sahip ve “Saadet Asrı” vasfını hak etmiş bir süreci elde eden fedakâr tavrı, Mevlamızın rızasına giden yolların bir haritasını bizlere sunmaktadır. Bütün bu yollar, dünya zevklerine dalmış, gaflet bataklığında çırpındıkça batan ve kötü dostları sebebiyle karanlıklara mahkûm olan kimseler tarafından kat edilemeyeceği için bu örnekler, zaman bilincini kuşanmış, ömür muhasebesi ile hayatını şekillendiren ve nefsinin kötü istek ve arzularına direncini sürekli kontrol eden kimselere takdim edilen örnekler karşımıza durmaktadır.
Çocukluk, gençlik, olgunluk ve yaşlılık dönemlerinin hangisinde bulunursak bulunalım, hayatımızı Rabbimizin standartlarına göre düzenleme gayreti gündemimizin ilk sırasını meşgul eden bir hassasiyete dönüşmelidir. Buradan Müslümanca bir hayat yaşayabilmek için aktif bir hayat anlayışına sahip olmamız gerektiğini çıkarmalıyız. Sürekli bir şekilde imanımızı, ibadetlerimizi, ahlakî meziyetlerimizi kontrol etmeli, bu yönüyle kârımızın ve zararımızın farkında olarak yaşamalıyız.
“Asra/Zamana/İkindi Vaktine yemin olsun ki iman eden, salih amel işleyen, birbirlerine Hakk’ı ve sabrı tavsiye edenler müstesna bütün insanlar hüsrandadır” (Asr 103/1-3) ilahî ikazı daima kulaklarımızda çınlamalıdır. Kullukta herhangi bir kesintinin söz konusu olmadığının farkında olmalıyız. Camilerde dinî hassasiyetimiz canlanırken caddelerimiz, sokaklarımız, dükkânlarımız, evlerimiz ve her nerede bulunursak bulunalım o mekânlar Rabbimize kulluk şuurumuzdan mahrum bırakılmamalıdır. Efendimizin (sav) pratik hayattaki gayretleri bu noktada tekrar gözden geçirilmelidir. Efendimiz (sav), köşesine çekilip toplumdan uzaklaşmayı hoş görmeyen tavrı ile hayatın içinde, yaşanan bir İslam anlayışını bizlere emanet ederek bu fâni âlemden ayrılmışlardır. O (sav), eşleri, çocukları, dostları, ticareti, mücadeleleri, komşuluk ilişkileri ve hayatın tamamını kuşatan alanlardaki örnek kişiliğiyle bizlere her alanda zamanı iyi kullanmayı ve nefsimize fırsat vermemeyi telkin etmiştir. Peygamberimizin (sav) uyku düzeni, ibadet iştiyakı ile geçirdiği anları ve günlük işleri için ayırdığı zamanı bize “Hayatı bilinçli ve farkında olarak yaşamamız yönünde” Efendimizin vasiyeti olarak kabul edilebilir.
Sahabe-i Kiram (r. anhüm) da Efendimizden (sav) aldıkları bu meşaleyi ona hiçbir halel getirmeden kendilerinden sonraki nesle aktarmışlardır. Sahabe-i Kiram’da (r. anhüm) zaman bilinci ve nefis muhasebesi olmasaydı onlarda inançlarına bu kadar sadakat, ibadetlerine bu kadar düşkünlük ve ahlakî gelişimlerini bu kadar kontrol altında tutma gayreti görebilir miydik? Onlar, Efendimizin (sav) gösterdiği hedeflere ulaşabilmek için gece gündüz demeden ve yorulmak bilmeden hayatlarının sonlarına gayret büyük bir gayretin içerisinde olmuşlardır. Ellerinin arasından sıyrılıp giden ömür sermayesini Rabbimizin rızasına uygun bir hale getirebilmek için uyanık, bilinçli, farkında olarak ve dikkatli bir hayat yaşama gayretinden asla geri durmamışlardır. Bizler de o kutlu nesli kendimize örnek alarak hareket etme gayretinde olmalıyız. İletişim ve değişimin çok hızlı gerçekleştiği günümüzde bizlere “Üsve-i Hasene” (“And olsun, Allah’ın Resulünde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.” Ahzab 33/21) olarak takdim edilen Efendimizin (sav) O’nun (sav) gözetiminde yıldızlar misali yetişen Sahabe-i Kiram’ın (r. anhüm) ilke olarak bize emanet ettikleri hususları iyi tespit etmeli ve bu ilkeler çerçevesinde hayatımızı şekillendirmeliyiz. Efendimiz (sav) ve Sahabe-i Kiram (r. anhüm) bize zamanı değerlendirme ve nefis muhasebesi konusunda şu ilkeleri tevdi etmişlerdir:
- Müslüman zamanını boşa harcamamalıdır. Boş ve zararlı işlerden yüz çevirmelidir.
- İnanç, ibadet ve ahlakî sahalarda rıza-yı Bârî için durmaksızın bir gayretin içerisinde olmalıdır.
- Mümin, aldatmadan, aldanmadan, incitmeden, incinmeden, Hakk’a riayet ve sabır kalkanı ile imtihanlar karşısında başarılı olmak için gayret etmelidir.
- İnanan bir gönül, geçen ömrüne yanmak veya kalan ömrünün ne kadar olduğunu düşünmek yerine içerisinde bulunduğu anı/zamanı Rabbinin rızasına uygun bir şekilde değerlendirme endişesi içerisinde olmalıdır.
- Kişi, zamanını kendine, kâinata ve Kur’ân-ı Kerim’e ibret nazarıyla bakarak değerlendirmelidir.
- Her türlü dünya hesabından uzak, ahirete yatırım ile meşgul olmalıdır.
- Hakk’ın rızasını her şeyin üzerinde görüp ebedi hayat için dünyayı ihya ve inşa etmelidir.
Hz. Peygamber (sav),
الدُّنيا مَزْرَعَةُ الآخِرَةِ “Dünya, ahiretin tarlasıdır” (Aclûnî¸ Keşfu’l-Hafa¸ Beyrut 1351¸ c.I¸ s.412) buyururken bu noktayı vurgulamak istemiştir. Efendimiz (sav),
الْكَيِّسُ مَنْ دَانَ نَفْسَهُ وَعَمِلَ لِمَا بَعْدَ الْمَوْتِ وَالْعَاجِزُ مَنْ أَتْبَعَ نَفْسَهُ هَوَاهَا وَتَمَنَّى عَلَى اللَّه
“Akıllı kişi, nefsini hesaba çeken ve öldükten sonrası için çalışan kimsedir. Aciz kişi de, nefsini hevasına tabi kılan ve Allah’tan dilek(ler)de bulunup duran (bunu yeterli gören) kişidir” (Tirmizi, Kıyame 25; İbn Mace, Zühd 31) uyarısı da zaman bilincini kuşanmamız ve nefis muhasebesi ile dünyaya yön vermemiz için zikredilmiştir.
Kur’ân-ı Kerim’de,
“Gündüzün bir saatinden başka sanki hiç ömür sürmemişler gibi onları bir arada toplayacağı gün, onlar birbirlerini tanımış olacaklar.” (Yunus 10/45.)
“Dedi ki: ‘Yıl sayısı olarak yeryüzünde ne kadar kaldınız?” Dediler ki: “Bir gün ya da bir günün birazı kadar kaldık, sayanlara sor.” Dedi ki: “Yalnızca az (zaman) kaldınız, gerçekten bir bilseydiniz.” (Müminun 23/112-114.)
“Sonra o gün (kıyamet günü) her türlü nimetten mutlaka hesaba çekileceksiniz” (Tekasür 102/8) buyrulurken, Hz. Peygamber’in (sav);
“İki nimet vardır ki, insanların çoğu bu nimetleri kullanmakta aldanmıştır: Sıhhat ve boş vakit.” (Buharî, Rikak 1; Tirmizî, Zühd 1; İbn Mâce, Zühd 15.)
“Kıyamet günü, dört şeyden sual edilmedikçe, kulun ayakları [Rabbinin huzurundan] ayrılamaz:
* Ömrünü nerede harcadığından,
* Ne amelde bulunduğundan,
* Malını nerede kazandığından ve nereye harcadığından,
* Vücudunu nerede çürüttüğünden.” (Tirmizî, Sıfatü’l-Kıyame 1) ifadelerine yer vermeleri de aynı amaca yönelik ifadelerdir.
Netice olarak ifade etmemiz gerekirse İslam, müminden zamanının kıymetini bilmesini ve zamanını heba edecek düşmanlara karşı dikkatli olmasını istemiştir. Ömür sermayemizi bir “Hiç” noktasına getirecek nefis, şeytan, dünya ve şeytanlaşmış insanlara karşı dikkatli olmamızı bizden istemiştir. Bir miladi yılın daha sonuna yaklaştığımız şu günlerde zamanı heba etmemek ve bu konuda başarılı bir performans ortaya koyabilmek için şu hususlara dikkat etmemiz gerektiğiniz vurgulayarak sözlerimizi bitirmek istiyoruz:
- Yılbaşı kutlamak ve bu şekilde başkalarına benzeyerek tehlikeli sularda kulaç atmak müslümana, asla yakışmayan bir durumdur.
- Zamanı verimli ve etkili bir şekilde kullanabilmek için bizi çepeçevre kuşatan, dönemimizin kronik hastalıklarına karşı dikkatli olmak durumundayız.
- Şahsımıza, ailemize, dostlarımıza ve hepsinden önemlisi bizi yaratan ve varlığından bizi haberdar eden Rabbimize, O’nun (c.c) rızasını kazanabilme ve dinine hizmet edebilme adına gerekli zamanı ayırmalıyız.
- Sorumluluklarımızı, görevlerimizi ve haklarımız iyi öğrenmeli, bunun için ömür boyu ilim yolcusu olmayı göze almalı ve öğrendiklerimizle amel etmeyi kendimize şiar edinmeliyiz.
- İyilik ve güzelliğin sevdalısı olmayı, kötülük ve çirkinliğin düşmanı olmayı, hayatımızda zamanı doğru kullanma ve nefis muhasebesi için vazgeçilmez olarak görmeliyiz.
- Hz. Peygamber (sav), Sahabe-i Kiram (r. anhüm) ve onların yolunda giden ulema ve evliyaullahın takipçileri olabilmek için okuma, düşünme, anlama ve yaşama gayretinden asla taviz vermemeliyiz.
Mevla, hepimizi, sonbaharda solan yapraklar misali solmaya yüz tutan ömür sermayemizi heba etmemek için, zamanın kıymetini bilen ve nefsinin kötü arzularına karşı koyabilen sevdiği, seçtiği ve razı olduğu kullarından eylesin.