Bir beste düşünün, üzerinde tek bir sözcük olmayan ama dinleyenin, bestecisinin keşkelerini, yalnızlığını, çaresizliğini içinde hissettiği. Mevzubahis Melih Kibar ve Sessiz Veda. Kendisini seven fakat kendisinin Çiğdem’i sevdiğini, yıllar sonra fark eden ve dile getiremediği duygularını her zaman yaptığı gibi piyanosuyla anlatmaya çalışan Türk besteci… Müziğini parlatan, başarıdan başarıya koşturan ve kendisini çok seven kadının, Çiğdem Talu’nun ölümünün ardından uzun bir sessizliğe gömülen fakat yıllar sonra, bir sabah vakti duygularını Sessiz Veda ile dışa vuran adam.
Enstrüman ağlar mı? Ağlıyor. Dizlerinin üzerine çökmüş, yerleri yumruklayarak ağlıyor adeta. Çaresizliği haykırıyor notalar. Melih Kibar “Neden gittin, neredesin Çiğdem!”diye“Sensiz olmuyor, her şey eksik!”diye haykırıyor adeta. “Keşke burada olsan, keşke!”diye dizlerine vura vura ağlıyor adeta. “Seni çok özledim!”diye yere kapanmış ağlıyor adeta. Çaresiz kabul etmiş toy zamanlarının büyük aşkının gidişini. Ellerini önünde bağlayıp çaresiz kabul etmiş, Çiğdem’in gidişini yaşayamadıkları günleri… Piyanosuna anlatmış derdini. Oysa iki aşık dost olarak yaşamayı kabullenmişti. Ta ki ebedi ayrılık aralarına girinceye kadar…
Sessiz Veda, Melih Kibar’ın “Çiğdem’in öldüğünü öğrendiğimde hiç ağlamadım. Evde tekken ağlamadım, camide ağlamadım. Ama Aşiyan Mezarlığı’nın kapısına geldiğimizde dört dakika ağladım. O bir boşalmaydı. O an her şey bitmişti.” Cümlelerini anlatıyor sanki. O dört dakika, Sessiz Veda. Ölüm o kadar sessiz ve ani ki insanın dili tutuluyor, kalemi kırılıyor.
Tek bir sözcük kullanmadan yasını dile getiren üstat Melih Kibar’a ve Çiğdem Talu’yu rahmetle anıyorum.