Sivas kültürü içerisinde Susamışlar Konağı’nın çok özel bir yeri vardır. Burası nice ilim ve mana ehli insana ev sahipliği yapmış müstesna bir mekândır. Bu mekân, açların doyurulduğu, yetimlerin başlarının okşandığı, söylenen bir ilahinin ritmine kendine kaptırıp Allah nidaları ile insanların kendinden geçtiği bir merkezdir. Bu konakta birçok gönül üstadı/nakkaşı nefisleri ıslah etmek ve toplumun gidişatına hayr istikametinde yön vermek için görev yapmıştır. Susamışlar Konağı’nın son dönemdeki en etkin ismi ise şüphesiz ki Mehmet Susamış’tır. Bu çalışmamızda sultan şehrin/Sivas’ın bu önemli değerinden bahsetmek istiyorum.
Şeyh Ali Efendi (ö.1357/1939) ile Zehra Hanım’ın (ö.?) çocukları olan Mehmet Dede, 1898 yılında, Sivas/Ali Baba Mahallesi’nde dünyaya gelmiştir. O, Ali Baba Cami’nde (Cami yontma taştan, dikdörtgen planlıdır. İbadet mekânı oldukça geniş pencereler ile aydınlatılmıştır. Caminin kadınlar bölümünün sağında camekânla bölünmüş olan bölümde Ali Baba’nın türbesi bulunmaktadır. Bu türbede Ali Baba, oğlu ve iki torununun sandukaları bulunmaktadır. Minaresi kesme taş kaideli, yuvarlak gövdeli ve tek şerefelidir.) medfun olan Ali Baba’nın (ö.982/1574) soyundandır. (Ali Baba ve zaviyesi hakkında bkz; Saim Savaş, Bir Tekkenin Dinî ve Sosyal Tarihi- Sivas Ali Baba Zaviyesi- Dergâh Yay., İstanbul 1992, s.39-165.)
İlmî gelişimi ile babası bizzat ilgilenmiş ve oğluna “Evladım! Zaman kötüye gidiyor, ben ilimle gücüm yettiği kadar uğraşıp bir şeyler öğrenmeye çalıştım. Sen de kendi gayretlerinle ilim öğrenmelisin” diyerek bir yol haritası çizmiştir. Mehmet Dede, babasının ilmî birikiminden övgüyle söz etmiş ve “Babamın ilmî birikiminin onda biri bende olsa yeter” sözünü sarf etmiştir. Anlatılanlara göre, Mehmet Dede, Arapça konusunda son derece uzmanlaşmış bir isimdir. O, daha çok tefsir kitaplarını tetkik etmeyi alışkanlık haline getirmiş birisidir. Çok kıymetli eserlerden oluşan kütüphanesi vefatından sonra oğlu tarafından Belediye’ye teslim edilmiştir. Mehmet Dede’nin manevî gelişimi ile de babası bizzat ilgilenmiştir. Yazılı bir icazet vermese de babasının vefatından sonra Mehmet Dede, Susamışlar Konağı’nda talebe yetiştirmeye başlamıştır. Babasına çok hizmet eden Mehmet Dede, onun duasını almış ve babası sözlü olarak görevini devam ettirmesini Mehmet Dede’den istemiştir.
Askerliğini Konya/Alâeddin Tepesi’nde yapan Mehmet Dede on bir yıl askerlik hizmetinde bulunmuştur. Mehmet Dede’nin gördüğü ve ziyarette bulunduğu tek yer Konya değildir. İstanbul, Malatya, Erzurum, Tokat, Yozgat ve Bursa Mehmet Dede’nin çeşitli vesilelerle ziyarette bulunduğu şehirlerarasında yer almaktadır.
Mehmet Dede, sağlıklı bir ömür geçirmesine rağmen zaman zaman hastalıklarla mücadele etmek durumunda kalmıştır. Hastalığı, vücudun zekâtı olarak gören Mehmet Dede, hastalıktan dolayı şikayetlenmez ve hastalığın sabırla karşılandığı sürece maddî ve manevî birçok faydası olduğunu söylermiş. Kendisi romatizma ve mide rahatsızlıklarına duçar olmuş ama hiçbir zaman halinden şikâyet etmemiştir. Vefatına da geçirdiği bir mide kanaması sebep olmuştur. Mehmet Dede, 17.07.1978’de (87 yaşındayken) Sivas’ta vefat etmiş ve 54 yıl hizmette bulunduğu Ali Baba Camii bahçesine defnedilmiştir. (Oğlundan edindiğimiz bilgiye göre Mehmet Dede, Ali Baba Cami’nde 54 yıl müezzinlik görevini yerine getirmiştir. 24 yıl ücretli çalışan Mehmet Dede, 30 yıl hiçbir ücret almadan camii de görev yapmıştır.)
Mehmet Dede, aile fertleri ile olan uyumu ve onlara karşı gösterdiği şefkatle de etrafında tanınmıştır. Eşi, Hatice Hanım (Mehmet Dede’nin hanımı Hatice Hanım, Mehmet Dede’nin vefatından iki ay sonra yetmiş altı yapındayken vefat etmiştir.) ve on çocuğu (Mehmet Dede, 3’ü kız (Leman, Rabia Fatma ve Saliha) 5’i erkek (İbrahim, Muzaffer, Lütfi Ömer, Şemsi Yılmaz ve Ali Remzi) ve 2’si de küçük yaşta vefat etmiş olan toplam on çocuk babasıdır.) ile olan ilişkisi onu yakından tanıyan herkesin kendisine hayranlık duymasına sebep olmuştur. Tebessümü kendisine alışkanlık haline getiren Mehmet Dede, ailesi ve çevresinde en çok bu özelliği ile tanınan birisi olmuştur. O, mütebessim çehresi ile olduğu kadar dostlarına gönderdiği mektupları ile de takdir toplamıştır. Mektuplaşmaktan ve dostlarının halini sormaktan son derece zevk alan Mehmet Dede, davetlere icabet konusunda da çok hassas davranır, mutlaka davetlere icabet etmeye gayret gösterirmiş. Mehmet Dede, kendisinin olsun başkalarının olsun çocukları ayırt etmeden sever, nerede bir çocuk görse onu sevgi ile bağrına basar, başını okşamaktan zevk duyarmış. Etrafına gülücükler dağıtarak yolda yürüyen Mehmet Dede’yi gören gençler ezan saatini sorarmış, Mehmet Dede de ezan saatini yine gülücüklerle söylermiş. Temizliğe son derece özen gösteren Mehmet Dede, özellikle uzun yıllar hizmet ettiği camisinin temizliğine önem verirmiş.
Sünnete riayet etme noktasında son derece hassas olan Mehmet Dede, küçük büyük ayırt etmeden gücünün yettiği kadar sünnetleri yaşamaya gayret gösterirmiş. Hafız olmamasına rağmen Kur’ân-ı Kerim’e son derece aşina olan Mehmed Dede, günlük virtlerini de hiç aksatmadan okumaya devam edermiş. Camiyi ibadete açan Mehmet Dede, ezan okununcaya kadar Kur’ân-ı Kerim ve virdi ile meşgul olurmuş. Abdestsiz gezmemeye özen gösterir, “Gardaşım! Abdestsiz yere ayak basmayın” uyarısını çevresindekilere sık sık tekrarlarmış. Mehmet Dede, ölümü düşünüp ölümden sonraki hayata hazırlık yapma noktasında tesiri tartışılmaz olan kabir ziyaretlerini de sık sık yaparmış. Özellikle Arefe günleri kabir ziyaretlerine giden Mehmet Dede, kapısına gelen fakirleri mümkün olduğu boş çevirmemeye çalışır ve fakirlere sahip çıkmanın dünya ve ahiret saadetine sebep olacağını sıkça hatırlatırmış.
Kandil günlerine özel önem veren Mehmet Dede, sohbet, zikir, Kur’ân, dua ve oruç ile bu önemli zamanları değerlendirmeye çalışırmış. Bol elbiseler giymeyi tercih eden Mehmet Dede, seferberlik yıllarının en acı günlerini yaşayan birisi olarak tutumlu olmanın öneminden bahseder ve tutumlu olmayan milletlerin kötü hallere duçar olacaklarını hatırlatırmış. Kunduracılık yapan Mehmet Dede, ticarette aldatmanın ne denli sakıncalı bir hareket olduğunu çeşitli örneklerle anlatır ve müslümanın din kardeşini aldatmasının kabul edilebilir bir şey olmadığının altını çizermiş. Az yemek yiyen Mehmet Dede, sabah namazından sonra evinde yaptığı kahvaltının ardından dükkânına gider ve gün doğmadan dükkânını açarmış. Bu vakitlerin bereketine inanan Mehmet Dede, haftalık olarak düzenlediği sohbetlerle insanları hak ve hakikat yoluna davet etmek için uğraş verirmiş. Pazar günü genelde insanların tatil günleri olduğu için sohbetleri Cumartesi günü yapan Mehmet Dede, zenginler ile fakirler arasında köprü görevi olmak için çaba ve gayret gösterirmiş.
Şükrü Muslular, Namık Bey, Mehmet Efendi ve Ali Efendi isimlerin yetişmesine sebep olan Mehmet Dede, Kakikli Ali Elagöz ve oğlu Yılmaz Susamış’a icazet vermiştir. (Burada zikredilen isimlerin soy isimleri ve nerede oldukları Mehmet Dede’nin oğlu tarafından hatırlanamadığı için sadece isimleri ile yetinmek durumunda kaldık. Ancak oğlundan edindiğimiz bilgiye göre bu kimseler, Mehmet Dede’nin sohbet ve zikir meclislerinde öne çıkan ve Sivas’ta da son derece saygı duyulan isimlermiş.) Vefatından sonra onun görevini Kakikli Ali Efendi devam ettirmiş, onun vefatı ile de bu görevi oğlu Yılmaz Susamış Bey üstlenmiştir. Bir Rufai Şeyhi olan Mehmet Dede, Rufailikte sıklıkla karşılaşılan şiş sokma, ateşe girme ve kılıç vurma gibi uygulamaları zaman zaman icra edermiş. Yüze veya vücudun herhangi bir noktasına şiş batırdıktan sonra tükürüğü ile şişin geçirildiği yeri mesh edermiş ve şişin battığı yerde bir iz veya kana rastlanmazmış. Mevlevî kültürüne de son derece hâkim olan Mehmet Dede, Konya’daki “Şeb-i Arus” törenlerinde dönemin birçok önemli isminin huzurunda sema gösterisi yapmıştır.
Mehmet Dede, temiz giyimi, görevine olan sadakati, vefakârlığı, eşine ve çocuklarına olan düşkünlüğü, tutumluluğu, sünnete riayeti, Kur’ân-ı Kerim ile hayata anlam katma çabası, vatan sevgisi ve geçmişten aldığı mirası geleceğe hakkıyla aktarmayı başarmış kişiliği ile günümüz insanını imrendiren bir hayat sürmüştür. Bugün bizlere düşen görev, bu değerlerimizin ve onların maddî-manevî alt yapılarının farkına varmaktır. Bu farkındalık, inanıyorum ki, gün geçtikçe yalnızlaşan, egosunu tatmin için yaşayan ve aradığı huzura/mutluluğa bir türlü ulaşamayan günümüz insanına bir çıkış yolu gösterecektir.