İnsanın ne zaman, nerede ve nelerle karşılaşabileceğini önceden bilmesi pek mümkün değil. Bu ülkenin en acı gerçeklerinden bazıları da toplumsal sorunlar, en vahim iş kazaları, haybeye ölümler ve trafik terörü. Bu nedenle yaşadıklarımız, gördüklerimiz, tanık olduklarımız ister istemez “Tesadüfen mi yaşıyoruz?” sorusunu akla getiriyor.
Her şeyin çok pahalı olduğu ülkemizde en ucuz şey hepimizce de malum olan insan hayatı! Yaşanan ölümler o kadar basit ki neredeyse insanın eceliyle yatağında ölmesi imkânsız gibi görünmeye başladı. Ülkemizde güler misin, ağlar mısın türünden öyle olaylar yaşanıyor ki çoğu zaman şaşkınlık içinde “Böyle bir ölüm olamaz” diye adeta isyan ediyor İnsan. Yani tesadüfen ölmüyor, tesadüfen yaşıyoruz dediğimiz türden yaşanılanlar…
Elbette hiç kimse tesadüflere bağlı bir hayat istemez. Ama ne yazık ki tesadüfen yaşıyoruz. Oysa herkes için temel amaç hem yaşamak ve hem de yaşatmak olmalı değil mi? Bunun için de yaşatmak için yaşamak gerek elbette.
Sabah evden çıkıyorsunuz akşam eve sevdiklerinizin yanına dönerken freni patlamış bir halk otobüsü, bir kamyon otobüs durağına dalıyor veya freni patlayan kamyon, halk otobüsü kırmızı ışıkta bekleyen araçlara çarpıyor ve her iki olayda da onlarca insanın ölümüne ve ağır yaralanmasına neden oluyor.
Bayram için insanlar mutlu, mesut bir tatile çıkıyor, sonuç acı ve hüsran!.. Resmî verilere göre 2024 Ramazan Bayramı'nda 75 can kaybı, 10 bin 810 yaralı; 2024 Kurban Bayramı'nda maalesef 72 can kaybı ve 12 bin 274 yaralı.
Bundan tam 66 yıl önce (1 Mart 1958) yaşanan Türkiye’nin en ölümcül deniz kazası olayı üzerine Hasan Âli Yücel kaleme aldığı yazıda “Bizim için ölüm değil, hayat bir tesadüftür. Biz tesadüfen ölmüyoruz, tesadüfen yaşıyoruz.” sözleri acı olayla birlikte tarihe not olarak düşülmüş o yıllarda.
Yaşanan depremlerde tedbirlerimizin olmadığı ortaya çıktı. Sadece yıkılan binalara bakıldığında denetimlerin ne kadar gerekli olduğunu fark ettik. Çünkü depremlerin değil kötü inşa edilen yapıların can aldığını gördük.
Bugüne kadar yüzlerce kişinin hayatını yitirdiği her depremin ardından kurulan “Deprem değil, bina öldürür.” cümlesine rağmen hâlâ ders çıkarmadık.
Ölümün ne zaman, nerden ve nasıl geleceğinin asla belli olmadığı bir ülkede yaşıyoruz ne acıdır ki... Birçok facia resmen “geliyorum” diye bağırıyor.
Kaldırımda yürürken bir insanın başına bir beton parçası ya da kocaman bir cam kütlesi düşebiliyor.
Bir site içerisindeki parkta minyatür futbol sahasında sabitlenmeden konulan demir kale direği oyun oynayan çocuğun üzerine devrilerek çocuğun ölümüne sebep olabiliyor.
Parkta bir ağacın gölgesinde dinlenirken veya hiç olmadık yerlerde, düğünlerde silâhla rastgele ateş edilmesi sonucu insanlar yaralanıyor ya da ölüyorlar.
Sorumluların sorumsuzlukları yüzünden, şehrin orta yerinde açıkta bulunan kablolarının elektrik yüklediği su birikintisindeki elektrik akımına kapılan insanlar hayatını kaybedebiliyor.
Tren kazalarının yanı sıra trafik ışığına uymayan, ters yönde giden araç ve motorlar (motosikletler, bisikletler), kaldırımdan giden scooter’lar, iki araç arasına giren motosikletler, geceleri farsız sürüş yapan bisikletliler insanlara zarar verebiliyor.
Bir sürücünün aracıyla trafiğin akışına göre doğru istikamette giderken aniden durup hızla geri manevra yapması sonucu yaya geçidinden karşıya geçmekte olan insanları fark etmeyerek altına alabiliyor, ezebiliyor.
Kayalardan kopan büyük bir parçanın yolun ortasına yuvarlanması, binlerce aracın geçtiği yolda şans eseri kaza olmaması; yola düşen kaya parçasının uzun süre yoldan kaldırılmazken herhangi bir uyarı levhası bile konulmaması; açık bırakılan rögar kapağından düşerek yaralananların hatta hayatını kaybedenlerin olması; kamyonun açık kalan kasasının çarpması sonucu bir anda yıkılan üst geçidin can alması… tüm bunlar ve daha nice benzeri olaylar haliyle "Tesadüfen yaşıyoruz" dedirtiyor.
Neticede ise yitip giden hayatlar, yitip giden hayaller.
Her ölüm üzücüdür ve kaçınılmazdır ama pisi pisine yaralanma veya ölüm geride kalanların canını daha fazla yakıyor.
Düşünebiliyor musunuz mutlu olduğunuz insanlarla daha fazla vakit geçirmeyi arzuladığınız herhangi bir gün sevdiklerinizle son gününüz olabiliyor. Sağlık ve mutlulukla çıktığınız eve bir daha sağ ve salim geri dönemeyebiliyorsunuz.
Her açıdan olumsuzluğu yaşanan her konuda acilen önlemler alınmalı, başka canlar yitip gitmeden, insanların önlenebilir sebeplerden dolayı ölmelerinin önüne geçilmelidir. İş işten geçtikten sonra önlem almanın bir faydası olmadığı da bilinmelidir.
Suçlular, sorumlular aynı yanlışı bir daha yapmaktan kaçınacağı şekilde cezalandırılmalıdır.
Her an nerden ne çıkacağı belli olmayan bir düzende eve sağ salim dönebilmek gerçekten çok büyük bir tesadüf. Ama hiç kimse tesadüfen yaşamak istemez.
Yaşananlardan ders çıkarmak için kaç olumsuzluk yaşamalı, kaç kaza geçirmeli ya da kaç ölüm olmalı?
Sadi Şirazi ne güzel özetliyor. “Ders alınmazsa, her hata bir sonraki hatanın virüsü olur.” Her bir olaydan, durumdan ders çıkarmak gerekir. Unutmayalım ki hatalardan ders çıkarmak, doğru ve düzgün bir toplum olmak için bize kendimizi değiştirme ve iyileştirme gücü verecektir.
Olumsuzlukları ortadan kaldırmak, yanlışları düzeltmek, kişisel menfaatten önce millet menfaatini gözetmek ve kendisiyle barışık sağlıklı, huzurlu, mutlu bir toplum olmak ancak bilinçli toplum olmakla mümkündür.
Bu nedenle ülkemin bugünü ve yarınları için temennim Rabbini tanıyan, kendini bilen, ahlâklı; kendisine, ailesine ve topluma faydalı olmaya çalışan şuurlu, anlayışlı, hoşgörülü, insanların yetişmesidir.
İyiye ve güzele odaklanıp; eksikliklerin giderildiği, hayattan tat aldığımız, kazasız, belasız, acısız, dertsiz, mutlu günler yaşamak dileğimle…