Geçmişten günümüze Türk devleti ve toplumu, insanı merkeze alan bir medeniyete sahiptir. Türk insanı daha iyi bir dünya, daha iyi bir ülke, daha iyi bir insanlık için insanlığı, ahlaki ve dinî değerleri doğrultusunda iyilik, cömertlik, yardımlaşma gibi güzel hasletleri dünden bugüne yaşatmaya, uygulamaya çalışmışlardır.
Bir an için düşünüp, ülke olarak ve millet olarak nereden nereye geldiğimizi, gözümüzün önünden bir film şeridi gibi geçirip hatırlamak yerinde olur.
Geçmişten beri ülkemizde kişisel çabalarla yapılan yardımların yanı sıra cami, hastane, hamam, misafirhane, çeşitli hayır kurumları gibi yerlerle ihtiyaç sahibi kimselerin yardımına koşulmuş, bir yardımlaşma ağı oluşturulmuştur. Bütün bu kurumlar aracılığıyla Allah rızasından başka hiçbir gaye düşünülmeden, ihsan ve yardımlarda bulunulmuş, iyilik ve cömertlik yaygınlaşmış, gönülden gönüle köprüler kurulmuştur.
Bugün de Türkiye, tarihî misyonuna uygun olarak devletiyle, milletiyle, yardım kuruluşlarıyla dünya coğrafyasında sıkıntıda bulunan insanlarına, toplumlarına yardım elini uzatmaya devam etmektedir. Bütün bu gayretli çalışmalar millet olarak top yekûn yanlış içinde olmadığımızı, her şeye rağmen yeniden ayağa kalkabileceğimiz günlerin sevicini de müjdelemektedir haliyle.
Ancak sosyal ve ekonomik hayattaki yaşanan gelişmeler bilimsel, kültürel, siyasal ve teknolojik alanda değişimler meydana getirmiş, ülkemizde birey ve toplum hayatında algılama, zihniyet, tutum ve davranışlar bakımından farklılıklar meydan gelmiştir.
Maddî ve manevî kültürün, geleneğin aktarımı milletin en önemli görevlerinden biridir; bu aktarımı gerçekleştiremeyen bir topluluğun millet olma vasfını kazanamayacağı açıktır. Geçmişinden nasiplenmemiş, geleceğini göremeyen toplumlar bir boşlukta kalır, çevresine ve kendisine olan saygısını da kaybeder.
Allah’ın rızasını kazanma, ihtiyaç sahibi kimselerin sıkıntılarını giderme, iyilik yapma, maddî sıkıntılara çare bulma gibi gayelerin yanında mesuliyet duygusunun da harekete geçirdiği bir iyilik halinden maalesef bugün geldiğimiz noktada yaşanan olumsuz tutum ve davranışlar hepimizi derinden yaralamaktadır.
Bizi biz yapan değerlerimizi, Türk milleti yapan özelliklerimizi, “Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir.” sözünü bir an için aklından çıkaran bir neslin, vatanın geleceğini ne hale getirilebileceğini düşünmek, hayal etmek ve yaşamak, kendini ve geçmişini bilen bir millet için en karamsar bir sahnedir sanırım.
Modernleşme olgusu, sosyo-ekonomik ve kültürel hayatın bütün kurumlarında olduğu gibi, aile yapısına da etkide bulunmuş, ailenin geleneksel yapısı, rolü ve işlevleri değişmiş, ahlaki değerler sarsılmaya ve bir kısım geleneksel değerler kaybolmaya başlamıştır.
Türk ailesinin en önemli eğlence aracı televizyon olduğu için, televizyon kanallarında geleneksel aile yapısına uygun olmayan, karmaşa yaratan ahlaki değerlerimize ters düşen yayınlar olumsuz etkilere yol açmaya devam ediyor ve aile içi iletişimi ciddi biçimde etkiliyor. Televizyon şovları ve kimi reklamlar da genellikle şiddet, alkol, uyuşturucu kullanımı ve cinsiyet ayrımcılığını olumlu bir şekilde gösterdiğinden çocuklar olumsuz etkilere maruz bırakıyor ve olumsuz davranışları teşvik ediyor.
Türkiye’de yaşanan kimi olumsuzluklar toplumumuzu farklı yönlerden etkilerken Türkiye’de bilişim suçları, hırsızlık, gasp, vurgun, yağma ve her çeşit dolandırıcılık, sahtecilik, uyuşturucu ticareti, cinsel istismar, kadına şiddet, töre cinayetleri, kan davaları her geçen gün artıyor. e-devlet şifrelerini kıran hackerler her türlü kişisel veriyi ele geçirebiliyor. Vikipedi, özgür ansiklopedinin verilerine göre 1990-2014 yılları arasında suç oranlarında önemli artış (% 400) olmuştur. Hırsızlık, insan öldürme ve uyuşturucu suçlarında artış %600'e ulaşmıştır.
Ahlaki değerlerin diğer değer yargılarının gerisinde kaldığı bir dönemde, insanımızın yaşam ve geçim kaygısı ile boğuşuyor olması, namuslu, dürüst bir hayat sürmesinin önüne geçmemeli; ahlak, mükemmellik, iyilik, doğruluk önceliği olmalıdır.
Hayatımızdan bir şekilde çekilen, yitip bitip giden pek çok âdet, anâne, uygulama gibi bir yönüyle temel ihtiyaçları için kimseye boyun eğmek zorunda kalmayan bir toplum inşasına vesile olmuş, sosyal yardımlaşma ve dayanışmanın en güzel örneklerinden, insan onurunun incinmeden yardım almasını sağlayan cami, mescid, türbe gibi yerlerde bulunan eski yardımlaşma sistemlerinden biri olan yapılan yardımlaşmanın gizliliğini esas alan, sadakayı bırakanın da alanın da birbirini görmediği “sadaka taşları”, güven duygusunun pekiştiği “yitik taşları” (kayıp para-eşya), atlı araçlara binmeyi kolaylaştıran “binek taşları” ve hamalların yol boyunca dinlenmesini sağlayan “mola taşları”nın varlığını bugün pek az insanımız duymuştur ya da biliyordur.
İhtiyacı olmasına rağmen başkasından istemekten veya dilenmekten çekinen kimseler gecenin geç saatlerinde taşın yanına para almaya gelir ama bırakılan meblağın tamamını değil, ihtiyaçları kadarını alırlarmış. 17. yüzyıl İstanbul'unu anlatan bir Fransız gezgin, üzerinde para bulunan bir sadaka taşına tam bir hafta boyunca kimsenin gelmediğini yazmış.
O günlerden bugüne gelindiğinde “Yitik Taşı” ve “Sadaka Taşı”ndan, günümüzde cami önlerinde dilenciliğin dinimizde yeri olmadığı halde dilenciliği meslek haline getirmiş el açan dilencilerden ve acaba namaz kılarken eşyalarım çalınacak mı diye dertlenen, namazı huşu ile kılamayan kaygılı insanlar haline gelindi.
Rabbimize yakardığımız, huzur bulduğumuz, kutsal mekânlar camiler, türbeler ve mescitler tamamı güvenlik kameraları ile donatıldı. Bu durum dahi faziletli olmamız noktasında nerelerde olduğumuzu göstermiyor mu?
İnsanların tüketime yönlendirildiği, görsel ve yazılı medya vasıtası ile insanlar üzerinde algı yaratıldığı ticaret savaşında Türk toplumu geçmişteki yaşadığı ve yaşattığı güzel hasletlerinden uzaklaşmaya başlamıştır.
Ensar millet, yardım eden millet, birbirleri ile yardımlaşan, maddi, manevi kişisel çıkar gözetmeksizin yararlı olmaya çalışan; teşekkür dahi beklemeden, bireylerin ya da toplumun iyiliği uğruna fedakârlıkta bulunan millet nerede, ne oldu bize?
Toplum olarak başımızı iki elimizin arasına alıp enine boyuna düşünmeli, attığımız her adımı kontrol etmeli, ağzımızdan çıkacak her sözü çok iyi hesap etmeliyiz.
Tüm dini inanışlar insanların karşılaştığı zorluklarla başa çıkmak için birbirlerine yardım etmelerini ve birbirleriyle dayanışma içinde olmalarını öğütlerken bugün gelinen noktada yaşanan olumsuz, onur kırıcı, üzücü durumlar bertaraf edilmeli yardımlaşma ve dayanışma kültürünü benimsemiş, daha güçlü ve sağlıklı bir toplum oluşturmaya çalışmalıdır.
Ülkemiz, her geçen zaman dilimi içerisinde, eksiklerini gidermeli, hatalarını düzeltmeli Büyük Atatürk’ün dediği gibi, muhasır ülkeler arasında yerini almak için bölünmeyi ve parçalanmayı kamçılayıcı davranışlardan kaçınmalı; nefisler, ihtiraslara gem vurulmalı; idealler, ilkeler ön plana çıkarılmalıdır.