Dünya Edebiyatına damga vuran Kırgız yazar Cengiz Aytmatov, ‘Toprak Ana’ isimli eserinde Kırgız Türkü Tolganay adlı bir kadının yaşam hikayesini anlatır. Toprak Ana’da, 2. Dünya Savaşı yıllarında Kırgız Halkının yaşam serüveninden izler yer alırken hikaye Tolganay’ın toprakla konuşup dertleşmesiyle başlar.
Bugün itibariyle ben de insanlarla konuşmak yerine tıpkı Tolganay gibi toprakla konuşup dertleşmeye başlayacağım artık. Çünkü insanın insana tahammülünün kalmadığı bir dünyada Aşık Veysel’in “Benim sadık yarim kara topraktır” dizesi daha fazla anlam kazanmaya başladı benim için.
Uzunca bir süredir ülke gündemini meşgul eden seçimler beni zihnen bir haylice yormuş durumda. Yorumlar, eleştiriler, iftiralar, açıklamalar vs. vs. …
Montaigne 16’ıncı yüzyılda kaleme aldığı “Denemeler”inde şu ifadeleri kullanıyor:
“Tabiatın insanlara en adilce dağıttığı nimet akıldır derler, çünkü hiç kimse akıl payından şikayetçi değildir. Nasıl olsunlar? Aklını beğenmemesi için aklından ötesini görebilmesi lazım.” Şimdiye kadar dünya üzerinde bundan daha iyi bir tespit görmedim duymadım.
Çevreme bakıyorum, sokağa, kafelere, kahvehanelere, AVM’lere, mağazalara, köşe başlarına… Herkes en akıllı kendiymiş gibi kendi inandıklarına karşısındakini de inandırmanın gayretinde. Niye bu gayret anlamış değilim. Kimse gerizekalı değil ya da kimse süper zekalı değil. Zaten süper zekalı olmuş olsa gündelik siyasetle kafa şişirmezdi!
Ahval böyleyken insanlardan tiksinti duymaya başladım. Toplum bir linç kültürünün içine sıkışmış, insani değerlerini unutmuş. Karşıt görüşünde olanları iktidar-muhalefet farketmezsin aşağılamanın da ötesine geçmiş insana yakışmayan itham ve tabirlerle tasniflemeye başlamış. En yobazından en aydınına farketmeksizin kesinlikle ne insana ne de insanın düşüncelerine saygı duyan yok artık. Doğrular değişmiş, mutlak ve evrensel doğrular unutulmuş.
Doğru olan tek ve birdir oysaki. Ancak artık insanlar için sözün doğru olması ne söylendiğiyle ilgili değil kimin söylediğiyle ilgili. Mutlak olan hakikati, tarafı söylerse doğru, karşıt tarafı söylerse yanlış olarak nitelendiriyoruz. Bir vukuyu kendimiz yapınca sorun yok ancak karşı taraf yapınca kavga-kıyamet-gürültü.
Aristo’ya atfedilen “Sevdiklerinizle siyaset yapmayın. Siyaset dostlukları zedeler. Siyasetçiler yoluna devam eder, siz dostlarınızı yitirmekle kalırsınız” sözleri ve merhum Muhsin Yazıcıoğlu’nun “Seçimler kavga aracı olmasın. Sel gider kumu kalır. Bu seçimde gidecek ama siz arkadaş, akraba, komşu olarak kalacaksınız. Seçim bitince birbirinize selam verecek kadar aranızda bir nezaket bırakın” cümleleri şiar edinmemiz gereken çok önemli ifadeler bence.
İşte bu nedenler ve son zamanlarda yaşananlar dolayısıyla insanlarla siyaset konuşmamak gerektiğine inancım arttı. Pazar günü seçimler var ve yarın hafta tatilim. Köyüme gidip toprakla ve tabiatla dertleşmek konuşmak istiyorum. Bir günlüğüne de olsa dünya telaşından uzak, toprak ananın kollarına bırakacağım kendimi. Konuşacaklarımı, şikayetlerimi, beklentilerimi, hüzünlerimi ve sevinçlerimi toprak anayla paylaşacağım. İnsanın insanı dinleyip anlamadığı bu dünyada toprak ananın beni dinleyip anlayacağını biliyorum.