Zekât, İslâm dininin beş temel esasından birisi olup, yerine getirilmesi farz olan mali bir ibadettir. İslâmın değerler sisteminde, iktisadi olarak belirli düzeyde zenginliğe sahip bir müslümana, toplumdaki yardıma muhtaç kesimlere aktarılmak üzere, bazı mükellefiyetler yüklenmiştir.Zekat vermek zengin müslümanlar üzerine farzdır. Altın, gümüş para kabilinden olan malların nisaba ulaştıktan sonra, üzerinden bir yıl geçince, mevcudun toplamından 1/40 (%2,5) oranında zekâta tâbi olur. Ticaret malları, canlı hayvanlar, toprak mahsulleri, maden ve defineler, belli oranlarda zekâta tâbi mallardandır.(Prof.Dr.Beşir Gözübenli, İslâma Giriş, Ana Konulara Yeni Yaklaşım,Zekât:Rahmet Getiren Paylaşım, Diyanet İşleri Bşk. Yay. Ankara, 2007, s 310, 319-323)
. ?Onların mallarından, onları kendisiyle arındıracağın ve temizleyeceğin bir sadaka (zekat) al ve onlara dua et ? ?(et-Tevbe, 9/103) ?Zekattan muaf tutulan temel ihtiyaçlar insanın kendisinin ve bakmakla yükümlü olduğu kişilerin hayatını sağlıklı ve güvenli bir şekilde devam ettirebilmesi için vazgeçilmez olan şeylerdir. Genel olarak barınma, ulaşım, ev eşyası, gıda, giysi, sanat ve mesleğe ait alet ve makineler, ilim için edinilen kitaplar, sağlık giderleri, elektrik, su, telefon gibi cari harcamalar ve benzeri şeyler temel ihtiyaç içerisinde değerlendirilir. Esasen asli ihtiyaçlar zaman, çevre ve durumun değişmesiyle değişir ve gelişir. Bu konuda zekat yükümlüsünün temel ihtiyaçlarına itibar edilir? Bu ihtiyaçları karşılamak için ayrılan para da temel ihtiyaç kapsamında değerlendirildiğinden, bu paralar zekata tâbi değildir.?( Prof Dr. Yunus Vehbi Yavuz, İslâma Giriş, Gençliğin İslâm Bilgisi, Zekât, Diyanet İşleri Bşk. Yay. Ankara, 2007, s.315)
Kur´anı Kerimde zekâtın kimlerden alınacağı ve kimlere sarf edileceği belirlenmiştir ( et-Tevbe,9/60 ) Zekâtın, Devlet eliyle yani Hz. Peygamber veya Halife tarafından resmen toplanıp dağıtılan bir nevî vergi olup olmadığı; bugün devlete ödenmekte olan vergilerin nitelik itibariyle zekât mahiyetini taşıyıp taşımadıkları hususunde bilimsel incelemeler mevcuttur:(Prof. Dr.Turan Yazgan, Sosyal Güvenlik Açısından Zekât, TDV. Yayını,Ankara,2008)
Kur´anı Kerimde 28 yerde zekât kelimesi müstakil olarak, 6 ayette de namazla birlikte ?namazı kılın, zekatı verin ?şeklinde geçmektedir.
Diğer bir çok ayetlerde de benzer hükümler mevcuttur. Örneğin : ( el-Baraka,2/43-83-110 ; en-Nisâ,4/77 ; el-Hac,22/78; en-Nûr, 24/37-56 ;el-Mümmezmil,73/20 ) ayetlerinde zekât ile ilgili emirler bildirilmiştir.
Bunun yanında, SADAKA, FİTRE, FİDYE gibi bazı terimlerin de dinî anlamlarının kısaca açıklanması doğru olacaktır:
SADAKA: Allah katında sevap kazanmak ve hayır elde etmek amacıyla fakirlere bir malın veya gelirin karşılıksız olarak verilmesi gibi genel bir anlam ifade eden bir tâbirdir. Genellikle fakirlere verilen parayı veya yoksullara karşılıksız olarak verilen şeyi ifade etmek için kullanılır. Bu sadakanın belli bir zamanı ve ölçüsü yoktur; isteyen, istediği zaman ve istediği miktarda sadakayı verebilir. (Meydan Larousse,Cilt 17, s.172)
FİTRE: Ramazan ayı içinde fakirlere verilmesi din tarafından buyrulan belirli miktardaki sadakayı anlatan bir terimdir. Kurban Bayramlarında kurban kesilerek nasıl etinin fakirlere dağıtılmasında sosyal ve iktisadi bir yön varsa, fitre verilmesinin de Şeker Bayramlarında yoksulların endişesiz bir bayram geçirmelerini sağlamak amacı vardır. Fıtır sadakası veya kısaca fitre dediğimiz dinî borç, Ramazan Ayının son günü, güneş gurub ettikten sonra, mükellef için vacip olur. Verilmesini Bayramdan sonraya kadar geciktirmemek, hatta Bayram namazından önce vermek maksada daha uygundur. Fakat geciktirilmiş ve Bayram geçmiş olsa bile borç düşmez ve verilmesi gerekir. .( Meydan Larousse, Cilt 7, s. 124-125)
Fitrenin vacip olması için aranan mal nisâbı iki yüz dirhem gümüş ( 629,600 gram) veya yirmi miskâl altın ( 94,440 grm. ) veya bunların değerine eşit maldır ( 1 miskâl= 1,5 dirhem değerindedir; 1 dirhem ise = 3,148 gramdır.). Genel bir ifade kullanmak gerekirse bu nisâba göre kendisi yoksul olan kimsenin fitre vermesi gerekmez. Nisâba malik olan bir aile babası, sadece kendisi için değil, idaresi altında bulunan, geçimini sağladığı kişilerin de fitresini vermekle mükellef tutulabilir.. .( Meydan Larousse, Cilt 7, s. 124-125)
FİDYE: Çok yaşlı veya hasta olup da oruç tutmaya gücü yetmeyen bir kimsenin, oruç tutamadığı her gün için bir yoksulu doyurmasına veya bir yoksulu doyuracak parayı vermesine fidye denir. Kur´an-ı Kerim´de, aynı kökten gelen türlü kelimeler, değişik anlamlarda kullanlmış ise de doğrudan doğruya fidye teriminin kullanıldığı ayetler, Bakara Sûresinin 184., 196. ve Hadîd Sûresinin 15. ayetleridir.Bu ayetler göz önünde tutularak söyleyebiliriz ki, genel olarak vecibeyi yerine getiremeyecek kimsenin vermesi gereken karşılık fidyedir. Vecibeyi yerine getirebilecek durumda olup da getirmez ve borcuna kasten aykırı davranırsa, meselâ, orucu özürsüz olarak bozar veya tutmazsa fidye değil kefâret gerekir.Kefâret ise, bir günahın, Tanrı tarafından bağışlanması umuduyla verilen sadaka veya tutulan oruçtur. Örneğin: Kefâret-i yemin: tutulamayan yemine karşı sadaka vermek, köle azletmek, oruç tutmak gibi şeriat cezasıdır.(Meydan Larousse, Cilt7, s.73)